Çocukluk yıllarımda mahallemizde dini bütün, renkli bir komşumuz Mürvet Hanım Teyzemiz vardı. Ailesindeki dertler onu çok bunaltır ve derin bir “Ohhhh” çekerken, birden frene basar ve “Oh demedim, Allah dedim” derdi!
Günümüzde de halkı canından bezdiren yokluk, yoksulluk, yolsuzluk, yobazlık, yandaşlık gibi (5-Y'li) yakınanların yarasına merhem olabilmek için ünlü sanatçı Tarkan da ABD’ den şarkı besteleyip göndermiş; “Geççek mi? Geçmicek mi?” diye…
Vallahi karar sizin! Şarkılardaki gibi “Arkası gelmez dertlerimin fesuphanallah”, ister “böyle gelmiş böyle gider- gitmez”, ister Aziz Nesin’in 3 ciltlik anılarındaki gibi “Böyle gelmiş, böyle gitmez” deyin. Karar sizin! Çünkü, linççiler (!) kol geziyor olabilir!
Eh! zaten Osmanlı saraylarındaki hafiyelerin, “mektupla jurnallemelerin” yerini günümüzde gizli kamera ve mikrofonlar almıyor mu! İsterseniz 1980’lerden kalma bir fıkra ile konuyu esneteyim; “Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti, Washington… Washington’un en önemli binası, Beyaz Saray… Beyaz Saray’ın en önemli yeri Başkan’ın odası… İşte Beyaz Saray’ da Başkan’ın üstündeki yazı: Çiçekleri sulamayın!... İmza: CİA”
Neden acaba? Mikrofonlar paslanıyormuş da ondan! Voltaire’nin dediği gibi “Çiçeği ayağımızın altında ezebiliriz, ama yaydığı kokuyu ortadan nasıl kaldıracağız?” değil mi?
* * *
Günümüzde iletişim kuracağınız bir “e-posta” adresiniz yoksa ne jurnalcilik yapabiliyorsunuz ne de bir iş başvusunda bulunabiliyorsunuz. Eskiden bu işler hep posta ile oluyordu. Mektup, kişi ve kurumların birbiriyle haberleşmek için yazdıkları yazılardır. Bunlar, siyasi, edebi ve ilmi konularda yazılmış belge niteliğindedir. Türk edebiyatında 16'ncı yüzyılda Fuzuli’nin yazdığı “Şikayetname” ilk mektup olarak bilinir. Türk edebiyatında unutulmayacak mektuplar vardır. Örneğin Nazım Hikmet’in Piraye Hanım’a, Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a, Ahmed Arif’in Leyla Hanım’a, Cemal Süreyya’nın Zühal Hanım’a, Abidin Dino’nun Güzin Hanım’a, Behçet Necatigil’in Huriye Hanım’a yazdıkları aşk mektupları gibi…
İnternette facebook'a takılanlar, değerli dostum İbrahim Yüncü’nün her pazartesi günü yayınladığı “Pazartesi Mektupları”na rastlamışlardır. İbrahim Yüncü, yıllar önce Girit’ten gelip Çeşme’ye ve de İzmir’e yerleşmiş, eczacılık tahsili yapmış, iş, spor dünyamızın yakından tanıdığı kişidir. O da edebiyat düşkünü ve hatıralarını durmadan yazanlardandır. Nitekim en son yayınladığı “Girit’ten Göç İzleri” kitabı çok okunanlardandır. Pazartesi Mektupları'nı başlarda kızı Melisa’ya yazılan mektuplar olarak tanımlayan Yüncü, üniversite için İzmir’den ayrıldığı dönemde mail olarak gönderiyormuş… İnsanları bir araya getiren bir takım kavramlar vardır. Yüncü, “Ne mutlu ki bizler spora önem veren, zamanının spora ayıran insanlarız. Aktif spor yapıp da yanlış yapan çok az insan vardır” dedikten sonra sorularımı özetle şöyle derleyip cevapladı: “Çocukluğum Göztepe sahasında, gençliğim ise iyi bir Altay taraftarı olarak Altınordu sahasında geçti. Yaşdaşlarım ile o günleri yad etmek çok hoşuma gider. Çağımız, internet gibi bir kolaylığa sahip olunca sayfa oluşturdum, dileyen herkes okur oldu. Pazar günlerim zaman olarak en uygun olduğum günler, halen de öyle. Pazartesi Mektupları’na gelince... İnsanın hayatını etkileyen küçük küçük olaylar vardır. Yaşadığınız an fark etmezsiniz ancak ruhunuzda iz bırakır.”
Ve anı kitapları içinde şunları söyledi: “Şimdi yaşanılmış böyle bir anı havada kalıp unutulur mu? Bunları not etmek gerek, sonunda elbette kitap olur bu anılar. Çocukluk anılarımız içinde de toplumlar arası çarpıklıklar yaşadık hep. Bunları da bir kitap halinde herkes ile paylaşmak iyi geldi bana. Kitabın adını 'Girit’ten Göç İzleri' koymuş da olsak, bunlar kültür değişiklikleri sonucu yeni gelinen coğrafyada yaşayan insanların ruhlarında bıraktığı izlerdir…”