Başka “türlü” bir “hayat” dayatılıyor bize açıkçası. “Dayatanların” akıllarında gerçekten ne var tam bilmiyorum ama bu kadar çelişkili ve riyakâr bir süreci tarih ne zaman yazdı acaba?
Mutlaka yazmıştır bir yerlerde, bir zamanlar. Çünkü boşuna mı demiş “Ders alınsaydı tekerrür eder miydi tarih?” diye koca Mehmet Akif? Mevki, makam sahiplerine nasıl bir “büyü” yapıldı ki, hepsi “gerçekleri” görmeden yalan üzere “gerçek” uyduruyorlar?
Nasıldı o söz? Aynı o sözdeki gibi yaşayıp gidiyoruz galiba: “Cihân-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler / O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler." Yani? “Cihanın içindedir ama onu aramasını bilmezler. Balıklar da denizin içindedir ama denizi bilmezler.”
Dünyayı altüst eden salgın, nedense ülkemde “mış” gibi dikkate alındı. Eğer daha “beter” olmadıysa, bunun nedeni “resmi hassasiyet” değil “milli hassasiyettir.”
Yeni dalgayla devlet lütfetti, güya tedbirler aldı. Adına “Bilim Kurulu” denen heyet-i kebirin de “bilimden” fersah fersah uzak olduğu, “Evet efendim, sepet efendim.” felsefesine biat ettiğini de bir kere daha gördük. Dün bir yerde öğrendim. Salgın yüzünden esnafın durumu perişan üzeri. Kitlesel işsizliklerin kapıda olduğu söyleniyor. Hatta “Yerli işçi yerine Suriyeli alırım, günlük yevmiyesi bana daha ucuza geliyor” fikri de yayılıyor.
Şimdi söyler misiniz? Nasıl ödenecek o krediler, vergiler, borçlar?
Kredi ötelemesi yaptığını iddia eden “vampir bankalar” öteledikleri sürenin faizini de alıyorlarmış daha sonra. Nerede kaldı o “destek dayanışma?” Şu anda gerçek anlamda “tok, açın halinden anlamaz” durumunu yaşıyoruz. Doğru ya da değil bilemem. Ama bazı AK Parti’li gençlerin sosyal medyadaki “şatafatlı” fotoğraflarının “kıyamet” habercisi gibi olduğunu neden kimse anlamıyor?
“Biri yer biri bakar, kıyamet orada kopar.” lafı boşuna mı? Kimler Cumhurbaşkanı'na “akıl” veriyor çok merak ediyorum. Freni kopmuş kamyon gibi gidiyor Türkiye, nasıl göremiyorlar?
O “kokainli çocuk” meselesinde konu nasıl da sulandırıldı. Oğlum yaşındaki çocuk o serveti nasıl elde etmiş? O sosyal medyada lüks otomobiller, köşkler önünde fotoğraf çektiren çocuklar, gerçekten ülkemin çocukları mı? Ama öte taraftan üniversite bitirip pazarcılık yapan pırıl pırıl gençlerimiz var ve kimse düşünmüyor!
Benim itirazım var! Zira düzen de, hayat da zalimleşti. Diyanet ve diğer “sakallı” hocalar istedikleri kadar “kaderden” bahsetsin, “sabırdan” bahsetsin. Yaşam denen, “ezanla selâ” arasındaki süredir. Zulümle abad olanın da ahiri berbat olur ama zaman boşa akarsa tepki çok olur.
Ramazan ayında lokantaları kapatıp akşamları camileri teravihe açmak nasıl “tedbir” olur? Hangi “sivri zekâlı” bunu “korona önlemi” sanıyor? Gün boyu oruç tutan zaten gitmez lokantaya. Ama siz koronayı bahane edip, üç beş “Suudi” kafalının etkisinde kalırsanız, koronayı da lokantada ararsınız. Ayasofya açılışından sonra kaç “pozitif” çıktı merak ediyorum?
Elin oğlu korona mücadelesini bilim insanlarıyla kol kola yapıyor, biz cübbeli tiplerle milleti korona etmeye uğraşıyoruz. Teravih namazı şart mı? Allah kafamızın içine saman mı koydu yaratırken, yoksa beyin mi? Hepsi bir ay tam kapanma olsa belki çözülecek sorun. Ama mümkün değil. Ona da önerim var. Tekrar ediyorum. Milletin arazisini “ham yapan” müteahhitlerden, güya köprü yapıp milleti “tokatlayanlardan”, tarihin, kültürün içine edip iğrenç beton yığınlarından köşe dönen yüzsün yandaş müteahhitlerden alın, esnafa işçiye verin. Verin ki, gök kubbede hoş sadanız olsun efendiler. Yoksa işiteceğiniz “bedduadan” başka bir şey değil!
***
DEPREM GEÇTİ VE UNUTULDU!
Yazmayacağımı yazmıştım. Çünkü özellikle İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger’e kırgınım. Deprem sonrası başlatılan “yıkım ve inşaat” çalışmalarındaki insanlık dışı uygulamaları eleştirdiğim için beni, isim vermeden hem de depremzedelere karşı “konfora düşkün olmakla” itham etti. Vali Bey’in beni araştırdığını sanıyorum. Ben, ne onun tanıdığı “gazetecilere” benzerim ne de kendisi önünde “el pençe” duran “yağcılara!”
Yazmayacağımı yazdım, çünkü ciddi tehdit altındaydım. Hafriyatçıların, büyük müteahhit kuyruğu birkaç yerel müteahhidin, hurdacıların, bazı emlakçıların, bu talancılarla, yağmacılarla iş tutan bazı “ev sahibi” ve “apartman yöneticilerinin” aleni tehditlerini aldım. Arada bazı “teklifler de” aldım ama teklif edenler “sonradan İzmirli” olduklarından “sert kayaya” çarptıklarını güç anladılar.
Ama deprem sonrası zulüm bitmedi. Depremi en acı yaşayan Bayraklı, sahipsizliğin de “markası” oldu. Vatandaşa, evlerine girme yasağı kondu ama o evlerin yağmalanmasına mâni olunamıyor artık. Tam bir trajedi, tam bir drama döndü Bayraklı’da yaşam. Bayraklı’nın oy verdiği milletvekilleri de “merak etmedi.” Merak edenler de, bir iki kelam edip geçiştirdi. İzmir ve İstanbul basını da vazgeçti takipten. İzmir basını, çok yakından tanıdığı Serhat Bayram kardeşimizi bile aramadı. Evi yıkılmış, bir çaputunu bile alamamış Serhat kardeşim, eşi, iki çocuğu ve bir kedisi ile bugün nasıl yaşıyor merak edilmedi.
Depremde evini kaybedenlere reva görülen davranış ve yaklaşımlar akıl alır gibi değil. Evini kaybedenlere boş kâğıtlar imzalatıldı, evleri kaça mâl olacak, nasıl ödeyecekler, ne zaman oturacaklar hâlâ belli değil. Ama lafa gelince her şey mükemmel!
Haydi canım siz de! Damdan düşmeyen, damdan düşenin halinden anlamaz.
Bayraklı çarşamba gecesi de sallandı, kim duydu peki?
Ve bir dernek kuruldu: İzmir Depremzedeleri Dayanışma Derneği (İZDEDA). Sadece İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, derneğe bir ofis vererek el uzattı. Başka? Yok...
Bugün Bayraklı Manavkuyu’da İZDEDA sabrı ve dayanışmayı sağlıyor. Birkaç gazeteci dışında duyan da yok, merak eden de.
Bugün Bayraklı’da sadece “rant” konuşuluyor. İzmir dışından, Türkiye dışından “herkes” gözünü evlere, dükkânlara dikmiş. Arada bir sağlam binaların fotoğrafları, şüpheli insanlar tarafından çekiliyor. Korku ve endişe, Bayraklı’da sıradanlaştı.
Size öyle satırlar yazarım, şaşarsınız. Ara ara yazacağım. İzmir’e yeni girmeye çalışan bir ünlü müteahhitlik şirketinin de maceralarını yazacağım. Ama demedi demeyin, depremde ölen öldü, ölmeyen de maksatlı olarak süründürülüyor!
***
NELER OLUYOR NELER!
Yukarıda bir “inşaat firmasından” bahsettim. Yıllar önce bu firma, şu an Gaziemir’de “kurşun fabrikası” dediğimiz bölgeye talip olmuştu. Ben de hem televizyonda hem de o zamanlar yazdığım gazetede dile getirmiştim. Hatta konuyla zamanın CHP Gaziemir İlçe Başkanı Yüksel Demirsoy da yakından ilgilenmişti. Zaman döndü, yıllar geçti bu “bir şey beğenmeyen popüler müteahhit” İzmir’de ortaya çıktı. Bu kez toplamda üç kamu alanında talip olmuş deniyor. Hatta bir alan “resmi lojman” ve oturanlara da “Çıkın!” denmiş. Şimdilik bu kadar... Ramazan da yakın... Günler yasaklı, teravih serbestti değil mi?
Geçen yazıda “İzmir’in tarihi yeniden yazılmalı.” demiştim. Bazı “akademisyenler” alınmış. Eyvallah. Alındığını duyduklarımın “bir, iki, üçünü” zerre ciddiye almıyorum, ben onlar gibi “sahte Atatürkçü” değilim zira. Ne demek istediğimi yazınca okurlar da, anlamadığım yazmadan nasıl “rahatsız” oldular. Ben mecbur muyum onların “papağanı” olmaya. “Vali Rahmi Bey” benim için “farklı ise” onlara ne? Onlar tarumar ettikleri dostlukların hali pürmelalini seyreyleyip ağlasınlar!