Mehmet Şakir Örs, Alaybey'i ‘Karşıyaka’nın öncü müfrezesi' diye tanımlarken, Cumhuriyet’in başına değin Şemikler’in adının Şemikân olduğu; sözcüğün Kürtçe anlamının da “Şemo-gil-ler, Şemo’nun halkı'' karşılığını taşıdığı söylenir.
Altınyol üzerinden Karşıyaka’ya girişte önce Alaybey ile tanışıyorsunuz. Karşıyaka’ya gelen konukları öncelikle Alaybey karşıladığı için Alaşehir doğumlu, bir Karşıyaka beyefendisi olan Mehmet Şakir Örs, Alaybey için ‘Karşıyaka’nın öncü müfrezesi' diyor.
Alaybey’i selamlamadan Karşıyaka’ya giremiyorsunuz özetle…
Alaybey, Karşıyaka girişinden deniz kıyısını ve anıtı izleyerek vapur iskelesine kadar uzanan bölgeye deniyor.
1800’lü yılların sonuna doğru o zamanki Alaybey’in geniş ve boş olan alanında kurulu olan çadırlı ordugâhtan esinlenerek verilmiş bu ad.
İlk yerleşimcileri, Türklerin yanı sıra Levanten ve Hıristiyan aileler olmuş. Hatta 20. Yüzyıl'ın başlarında tanık olunan gerçeklik, ağırlığın Müslüman olmayanlarda görülüyor olması.
1921 yılındaki nüfus dağılımı şöyle örneğin: Rumlar 2.500, Türkler 600, Ermeniler 500, Museviler 400, yabancılar 100.
Semtin çekirdeğini Selanik’ten gelen göçmenler oluşturuyor. Tren yolunun arka tarafı ise Arnavutlarla doluymuş.
Yücel İzmirli’nin anlattıklarına göre, Alaybey ve özellikle 1685 Sokak ise bir zamanlar tam bir ‘dünya semti'ymiş. Bugünkü Malmö gibi…
O günlerde bataklıkmış Alaybey. Adalardan gelen göçmenler tarafından yerleşim alanına dönüştürülmüş.
1930-32 doğumluların okuduğu Alaybey İlkokulu, iki odalı/bir Fransız okuluymuş.
İkinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasında çok sıkıntılar yaşanmışsa da Alaybeyliler hiç açlık çekmemiş. Sürekli deniz kokan Alaybey, balık kaynarmış çünkü… Başta lidaki, çipura ve karagöz olmak üzere her çeşit balık, balığın dışında yengeç ve ahtapotla doluymuş deniz.
Günümüzde ise gerek Karşıyaka gerekse de Alaybey’de Manisa doğumlu yoğun bir nüfusun yaşadığını görüyoruz.
Artık mazi olsa da bir zamanlar Yalı’da Yeni Melek, Ses Pasajı’nın bulunduğu alandaki Ses, Efes ve Elif Sinemaları ile yazlık olan Cihan, Şan ve Şeref sinemaları, Alaybeyli eskilerin unutamadıkları adresler olarak biliniyor.
İzmir’de sünnet çocuklarının ve yeni evlilerin Cumhuriyet Alanı'ndaki Atatürk heykelinin önünden geçirilmesi geleneği gibi Karşıyaka’da da düğün ve sünnet konvoylarının Alaybey anıtı önünden geçirilmesi gelenekmiş bir zamanlar.
ÖNEMLİ KEKANLARI
Alaybey Tersanesi, Alaybey Havrası, Alibey Hamamı, Atatürk ve Kadın Hakları Anıtı, Bombacı Ali Çavuş Heykeli, Alaybey Yalısı, Alaybey Çay Bahçeleri, Tramvay Caddesi, şimdi yıkılmış olan Çocuk Yuvası, Alaybey Çarşısı, Metin Altıok Sokağı…
Metin Altıok’un Bergama doğumlu olduğunu bildiğimden(!) yıllar önce Bergama Belediye Başkanlığı'na İzmir TYS yöneticisi olarak dilekçe vermiş, bir parka adının verilmesini istemiştim. Başkan, Mehmet Gönenç olunca o da dilekçemi işleme koyup Bahçelievler’de Metin Altıok Parkı açmıştı. Hatta anneme de o gün Bergama köylerine yaptığı kültür hizmeti nedeniyle bir plaket vermişti Mehmet Bey.
Belediye başkanları deyince aklıma ilk gelen başkanlardandır o!
Metin Altıok’a dönecek olursak…
Oysa Metin Altıok, nüfus kaydı Bergama/Göçbeyli olduğu için Bergamalı biliniyormuş. Ben, bu bilginin kurbanı olmuştum. Alaybey’de doğup büyümüş meğerse… Adı da sokağa ölümünden sonra verilmiş. Eski bir Rum eviymiş doğduğu ev. Geniş bahçeli, kuyusu olan, meyve ağaçlarıyla dolu bir ev… Şimdi eser yok o evden tabii ki…
Zaman buldukça o sokağa gidip yanımdan gelen geçene Metin Altıok’un kim olduğunu soruyorum. Üzülüyorum dersem bu mübalağa olmaz!
Madem ki adını verdiniz, niçin bir özgeçmişini sokağın girişine çakmıyorsunuz?
Alaybey Havrası’nın önüne değerbilirlik gösterilmiş ve Attilâ İlhan’ın kaliteli olmayan bir malzemeden de olsa heykeli konulmuş. Kaidesine hiç olmazsa Attilâ İlhan yazılmamalı mıydı?
*
Karşıyaka sahilindeki Panetti, Alyoti, Van Der Zee ve Löhler köşkleri nasıl unutulmaz mekânlar olarak karşımızda duruyorsa yıllar öncesinin Kafkasyalı Doktor Mahmut Şevket Atalkın’ı, çocuk doktorları Orhan Alpyörük ve Ziya Ertemer’i Ömer Ağa, Sakıp Ağa Mandraları da bugün hâlâ unutulmazların arasında…
Öğreniyoruz ki şair-i âzam bildiğimiz Hüseyin Yurttaş da vaktiyle Alaybey’de yaşamış.
Alaybeylilerin yaşlı olanlarına sordum ve öğrendim ki bugünkü anıt civarında yan yana yer alan iki gazino, yaz sıcaklarında Alaybeylilerin bir numaralı dinlence adresiymiş. Akvaryum ve Portofino gazinoları…
O günlerin Alaybeylileri yüzmek için demek ki kilometrelerce yol yapmıyorlarmış o yıllarda.
Karşıyakalı unutulmaz Doktor Tahsin Bor ise “Deniz kenarı, Alaybey sahili çok temiz ve güzeldi. Hep aileler denize girerdi. O dönemlerde herkes yüzmeyi orada öğrendi. İnsanlar evlerinde mayolarını giyerler ve denize koşarlardı. Tersanenin bitişiği çok güzel kumluk bir plajdı. Biz ‘Aralık' derdik oraya.’’
O günler ‘ablamız' dediği bir bayan, bisikletle dolaşır ve tenis oynarmış.
Evlerin tümü de bahçeliymiş mi ne…
Yıllar önce abimle Tahsin Bey’e gitmiştik. Abim çok terlediğini ve buna bir çare bulunmasını istemişti doktordan. Hiç unutamadığım sözü şu olmuştu: “Oğlum, namuslu adam terler!''
*
1675 Sokağa ‘Tramvay Caddesi' denilirmiş önceden. Üstü brandalı, yanları açık atlı tramvayların caddesi…
1970’li yıllarda Alaybey sahilinde, okul çıkışlarında ya da öğle tatillerinde iç çamaşırlarıyla, bazen de çısçıplak denize girenlerin olduğunu söyleyen ise İFOD Kurucusu Tayfun Kocaman…
“Ne çok bey varmış buralarda bir vakitler. Üstleri başları, bakışları, selamları, sözleri de bey gibiydi çoğunun. Şimdi çirkin çirkin bakıp güzel abicim diye konuşan bilâderler kasıp kavuruyor ortalığı.’’ diye konuşan Alaybeyli Şair Mehmet Mümtaz Tuzcu’ya mümkün mü hak vermemek…
*
1685 Sokak çevresinde dolanıp dururken yıllara yenik durmuş/başı öne eğilmiş gibi görüntü veren bazı apartman adları dikkatimi çekti. İşte onlardan sadece iki tanesi:
İştenhiçkorkmaz Apartmanı, Bubulâki Apartmanı…
Yolunuz bu taraflara düşecek olursa antikacı dostları da ziyaret etmeyi unutmayın derim.
*
GÖÇMENLER DİYARI ŞEMİKLER
Karşıyaka’nın bir mahallesi olan Şemikler’e kimi yaşlılar Hacıhüseyinler derken kimileri de Tomarza diyor. Tomarza Rumca bir sözcük…
Yamanlar çevresinde yaşayan bir Yörük boyu buraya yerleştikten sonra bölge bir Türkmen ağasının adıyla anılır oluyor.
Salâh Birsel’in de öğretmenliğini yapmış olan Atatürk Lisesi coğrafya öğretmeni Ziya Yamanlar, Hacıhüseyinler soyundanmış örneğin…
Tomarza, Yalı istasyonu ile Deniz Bostanlısı arasındaki bölge oluyor.
Şemikler, 1970’li yıllara değin köy yaşamını sürdürmüş. İki katlı o evlerden geriye kalan şimdi sadece birkaç tane… GİBİ
Anadolu Caddesi’nden gelip Yalı istasyonunun yanından Bostanlı’ya uzanan yolun yarattığı hareketlilik Şemikler’i hızla büyütmüş.
*
Cumhuriyet’in başına değin Şemikler’in adının Şemikân olduğunu; sözcüğün Kürtçe anlamının da “Şemo-gil-ler, Şemo’nun halkı'' karşılığını taşıdığını söyleyen Bilge Umar’ı da burada saygıyla anmış olalım. Sayın Umar, bugün Adıyaman’da, Mardin’de, Şemikân adlı köylerin/yerleşimlerin olduğunu, buralarda aynı adı taşıyan aşiretlerin yaşadığını söylüyor.
Osmanlının, aşiretleri güvenlik için/vergilendirmek ya da cezalandırmak için sürdüğünü/ yerlerini değiştirdiğini aklımıza getirince Şemik ya da Şemikân adında bir aşiretin buralara gelmiş olması şaşırtıcı değil.
Demiryoluyla ikiye bölünen bölgenin kuzey kısmının Hacı Hüseyinler/Şemikler, güney kısmının da Tomarza/Kara Bostanlısı olduğu; Kara Bostanlısı’na bitişik Deniz Bostanlısı’nın Papaz Köyü (Papa Scala) diye adlandırıldığını öğreniyoruz.
*
İzmir’in işgal günlerinde Şemikler’de 329 Türk, Tomarza’da ise 300 Rum ile 25 Türk’ün yaşadığını öğreniyoruz Prof. Dr. Engin Berber’in ‘Kuruluşundan Cumhuriyete Karşıyaka Belediyesi Tarihi' adlı kitabından.
*
Şemikler, İstanbul ve İzmir’in sebze ve meyve yatağı…
Çilek, portakal, mandalina, patlıcan, biber, lahana, karnabahar, domates ve fasulye gibi sebze ve meyvelerinin yetiştirildiği bereketli toprakların adı.
Şemikler ve Nergiz arasındaki bahçelerden sadece İzmir Sebze Hali’ne değil, aynı zamanda İstanbul ve Ankara’ya da kamyonlarla sebze ve meyve taşınıyor.
Once upon a time!
Özellikle de Şemikler çileği!
*
Efdal Sevinçli’nin sözleriyle Şemikler, “1950’li yılların sonuyla 60’lı yılların başlarında Yugoslavya’dan, Balkanlar'dan gelen Boşnak, Makedon, Pomak, Arnavut kökenli 'göçmenler' o güzel insanlar, gerçekte, inanılmaz bir iş disiplinine sahiptiler. Bizdeki sendikaların hemen hemen hepsinin ‘sarı' olduğunu bilecek denli de emekten/partiden yanaydılar.’’
Zaman onları geliştirdi mi yoksa aç kalmamak için sömürülmeye ses çıkarmaz duruma mı getirdi, bunu bildiğimiz yok.
Yine Efdal Hoca’nın sözleriyle “Şemikler, Nergiz, Çiğli, Mersinli, Bornova; göçmenlerin yatağı, yurdu olurken kardeşlerinden, evlatlarından kopup birbirlerini arayan, bulamayan öksüzlerin, yetimlerin öykülerinin gerçek kahramanları oldular. Bütün ürkeklikleriyle yer yurt edinmenin güçlükleriyle de olsa birbirlerine omuz verip direnmeyi öğrendiler. Dayanışma duygusuyla birbirlerini desteklediler. Siyasetin içinde önemli bir güç oldular.’’
1980 sonrasındaki göç dalgasıyla Doğu’dan gelen acılı insanlarımızla yeterince bir kaynaşma oldu mu diye de soruyor Efdal Hoca…
*
2005’ten sonra başlayan ‘Gecekondu apartmanlaşma'nın sonucunu görmek isteyenler bölgeye gelip daracık sokaklarda, kimlikli meydanları olmayan Şemikler’de şöyle bir gezinmeli bizce… Kimlikli meydan deyince aklıma gelen Balkan şehirlerini göz öne getiriyorum: Sofya, Üsküp, Tiran gibi…
Üsküp; Paris, Roma ve Floransa’dan farkı olmayan bir heykel diyarı…
Şemiklerli Balkan göçmenleri hiç mi düşünmez bunu da kimlikli meydanlar konusunda girişimde bulunmazlar belediyeye…
Hem de onca göçmen derneği varken …
Sonraki yazı: Bostanlı-Mavişehir