Geçen hafta “27 Mart Dünya Tiyatro Günü” yaşandı. Bunca sıkıntıya, algı ve nitelik sorununa, yaklaşım ve ürün kekemeliğine rağmen işine sahip çıkanlar ve sanat için direnenler, bu ülkenin tarihi adına not edilmektedir, edilecektir. Bu notlarda devletten yerel yönetimlere, kurumlardan örgütlenmelere, kısaca hepimiz yer alacak ve hakkımızda hüküm verilecektir. Bunun bilincini, ayrımını, sorumluluğunu hissedenlerin ve gereğini yapanların Dünya Tiyatro Gününü bir kere daha saygıyla selamlıyor, kutluyorum.
Sanata ve sanat emekçisine bakışı hayli tartışmalı bir dünya görüşüne sahip olan iktidar, hayatın her alanını kendince biçimlemeye çalışırken, kültür ve sanat alanında bir türlü başarılı olamadığını dillendirmektedir. Kerterizi “muhafazakâr sanat”tır ve sorun bizzat adlandırmadan kaynaklanmaktadır.
Yuvarlak, kestirmeci ve kime karşı ne söylediğini bilmeyenlere benzemek istemiyorsak, “muhafazakâr sanat”tan meramın ne olduğunu bilmek gerekmektedir. Kendi entelektüel altyapısını oluşturmak, özneleri aracılığıyla sanat politikasını tanıtmak ve örneklendirmek isteyen bu dünya görüşünü bilmeden söylenecek her söz, hayatın her alanında olduğu ve görüldüğü gibi, sanat için de havada kalacak, alternatif oluşturamayacak ve karşılık bulamayacaktır. Bu öznelerden ve ait olduğu cenahın bu bağlamdaki sözcülerinden biri olan İskender Pala’nın, T24’de yazdığı “Muhafazakâr Sanat Manifestosu”nu okumanızı öneririm. Kaynağa kolaylıkla ulaşabilirsiniz ve ben de derdimi daha iyi anlatma olanağına kavuşurum.
Pala manifestosunda, tıpkı hayatın öteki alanlarındaki özneler gibi, ideolojisine genel geçerlik sağlamak ve kabul alanları açmak için, “din” olgusunu ve referanslarını “milli maddi ve manevi değerler” genellemesine sığınarak anlatmaya çabalamaktadır. Mustafa İsen’den yaptığı alıntı ise manifestonun asıl meramını özetlemektedir: “Muhafazakâr kesimin nasıl bir demokrasi anlayışı varsa, muhafazakâr estetik ve muhafazakâr sanat normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük içindeyiz.” Pala bu girişten sonra, çoğu hayli yinelenmiş savlarla, batılı anlamda sanata alternatif bir yaklaşımın peşine düşmektedir. Genel olarak, “geçmişiyle bağları travmatik biçimde koparılmış” bir toplumun “kendi kimliğinden kaynaklanıp bağrında görülen” bir sanat anlayışına kavuşması gerektiğini savunmaktadır. Pala “din eksenli bir sanat değildir ama dini duyarlıkları mutlaka dikkate alır” dedikten sonra, muhafazakâr sanatı toplumun birikimlerini batıdan önce değerlendirmekle, devleti sponsorlukla, sanatçıyı dengeli bir “madde-mana medeniyeti” için çalışmakla görevlendirir. Genellemelerle özetlemeye çalıştığım manifestonun tamamının okunması, kültür ve sanata biçilmeye çalışan iklimin algılanması yanında, hayatın her alanında yapılmak istenenleri görmek ve Cumhuriyetin ikinci 100 yılına girerken “ne yapmalı?” sorusuna yanıt aramak-bulmak adına da çok yararlı olacaktır.
Hangi alanı hedeflemiş olursa olsun her manifesto, hayatı ve coğrafyayı kapsayan bir “niyet” beyanıdır. Muhafazakâr Sanat Manifestosunu, salt bir alana -sanata- dair duruş olarak değerlendirmek, bu nedenle olası değildir. “Nasıl bir sanat?” derken, aslında “nasıl bir toplum” istendiğinin ve beklendiğinin ipuçları kolaylıkla görülmektedir. Bu durum esasında her manifesto için geçerlidir ve öyle olmak zorundadır. Sözün burasında, “Ben sanatımı yaparım, ideoloji, siyaset, politika beni ilgilendirmez” diye oyalananların ve oyalatanların kulaklarını da çınlatmak gerekmektedir. Pala’nın -sözcülüğüne soyunduğu ideolojinin- manifestosu, muğlak, soyut gibi algılanan, önemsenmeyen, geçiştirilen ve dahası bilinmeyen ve hala öğrenilmeyen bir duruşu, sanat özelinde net biçimde göstermektedir ki, bu açıdan son derece yararlıdır. İşlevinin hakkını vermekle, içeriğine itiraz etmek arasında kuşkusuz uçurumlar vardır. “Muhafazakâr Sanat” anlayışı ve manifestosu, sığındığı ve savunduğu “değerler”, içerik ve meram, toplum ya da halk okuması bakımından vahim biçimde sorunludur. Her manifesto aynı zamanda var olanı yıkmak, değiştirmek, yerine başkasını öngörmek ve dayatmaktır. O zaman biz de “Muhafazakâr Sanat” aslında ne istiyor diye soracak, İsen’in “muhafazakâr kesimin demokrasi anlayışı” belirlemesini unutmayarak, konuyu sürdüreceğiz.