-Meliba'ya, büyüsün de okusun diye-
“22-6-934. Sabahleyin Uşak'ta Topçu Kışlası görülmüş, öğleden sonra otomobillere binilerek Bornova'da Ziraat Mektebi, İzmir Kız Muallim Mektebi, (Milli) Kütüphane ve Halkevi gezilmiştir. Cevdet Tolgay.”
(Atatürk'ün Nöbet Defteri, s.293)
* * *
1 Kasım 1931 tarihinden itibaren hiç aksatılmaksızın, “Atatürk'ün Nöbet Defteri” tutulmuştur. Bu tutanaklarda O'nun her sabah saat kaçta (genellikle 10.00-11.00) uyandığını, tüm gün neler yaptığını, kimlerle görüştüğünü tek tek biliyoruz.
Bu defterler, zamanın Başbakanı Celal Bayar tarafından Özel Şahingiray'a verilmiş, onun topladığı eser, 1955 yılında, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü tarafından 750 sayfalık kitap olarak yayınlanmıştır. Hadi gelin; 1934 yılı Haziran'ı 22. güzel Cuma gününe gidelim ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa ile konuğu, İran Şehinşahı Rıza Pehlevi'nin İzmir programını izleyelim. İki konuk, Kordon'daki Naim Palas'ta kısa süre dinlendikten sonra, Bornova'da, bugün Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği kullanımında olan Ziraat Mektebine geldiler. Değerli konukları, İzmir Belediye Başkanı Dr. Behçet Salih (Uz) Bey karşıladı ve oradaki zevatı tanıttı. Gazi, çok önem verdiği tarımsal çalışmalar konusunda bilgiler aldı. Kendisine “Vatanın halaskarı” (kurtarıcısı) ve Türk çiftçisinin hamisi (koruyucusu) gibi unvanlarla hitap edildi. O gün haberi Cumhuriyet Gazetesi “İzmir sevinç içinde” başlığıyla verdi. Yeni Asır Gazetesi “Hoş geldiniz Büyük ve Aziz Şefler” başlıklı başyazı yayınladı.
Anadolu Gazetesi'nin o günkü başyazısı Farsça kaleme alınmıştı. Bu önemli günün anısına, Ankara'daki Ulus Anıtı'nı yapmak üzere Türkiye'de bulunan Prusyalı dahi heykeltraş Henrich Krippel'in eseri olan Atatürk büstü, aynı binanın önünde durmaktadır.
İzmir'in şeref konukları, buradan Karşıyaka'daki Kız Muallim (Öğretmen) Okulunu ziyaret ettiler. Ata, her eğitim kurumu gibi, buraya da özel ilgi besliyordu. Şehinşah'a, yolu gösterip:
Siz önden buyrun, deyince, Şehinşah, bir Acem'den beklenmeyecek tevazu ile:
Sen serdar (başkomutan)sın, ben leşker (sıra neferi), deyince Cumhurbaşkanımız önden yürümek zorunda kaldı.
Aziz konuklar buradan, Konak'ta, iki yıl önce tesis edilmiş olan İzmir Milli Kütüphaneyi ziyaret ettiler. Burası oluşumu, yapısı ve işletilişi açısından yetkin (mükemmel) bir kültür mabedi idi.
Gazi çok memnun oldu; ilgililere bir ihtiyaçları olup olmadığını sordu. Her kaynağa ulaşamadıkları ve edinmedikleri cevabını alınca “kolayına bakarız” dedi ve gerçekten, Ankara'ya varır varmaz; “Yazılı ve Basılı Eserleri Derleme Yasası”nın çıkarılmasına ön ayak oldu. Bu yasayla, Türkiye'de çıkan her mevkute (yazılı belge)den birer adet TBMM Kütüphanesi, Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Beyazıt Kütüphanesi ile İzmir Milli Kütüphane'ye gönderilmesi hükme bağlandı.
Gazi ve Şehinşah'ın bir sonraki durağı, Halkevi haline getirilmiş olan Türkocağı binasıydı. Burada, Vali Kazım (Dirik) Paşa'nın önerisi üzerine Münir Hamdi (Kutal) Beyin sözlerini yazıp Dr. Şükrü Osman (Şenozan) Beyin bestelediği “Halkevi Marşı” konuklara sunuldu:
“Coşmuş yine yürekler, yurtta yeni bir cenk var,
Ellerde kılıç değil, nağme, kalem ve renk var.”
Ata'nın İzmir'e tüm (17 kez) gelişleriyle ilgili başlıca ayrıntılar, rahmetli Kaya Çelikkanat ve Orhan İlhan'ın katkılarıyla hazırladığım “Atatürk ve İzmir” kitabımızda bulunmaktadır. Atatürk'ün doğumunun 100. yılı dolayısıyla İzmir Gazeteciler Cemiyeti tarafından yayınlanan çalışmamız, “100. Yılı Kutlama Komitesi” adına, ünlü tarihçi Hüseyin Garra Sarmat tarafından, “olağanüstü başarılı, Mustafa Kemal Paşa'nın bir destan kahramanı duygusu uyandıracak şekilde canlandırıyor” olarak değerlendirilmiştir.
Konusunda çalışmalara başlangıç oluşturan ve şimdi ancak müzayedelerde bulunabilen eserimiz, pek yakışır olmayan biçimde öykünülmüştür. Bir mühendis, bulabildiği fotoğrafları gazetede yayınlarken, bizim eserimizi resimaltı (!) olarak kullanmıştır. Bir siyasetçi, konuyu, kitabımızın adını değiştirerek kendi adıyla yayınlamış ve sadece bir yerde, bir çalışma arkadaşımın adını dip notta göstermek lütfunda (!) bulunmuştur. Hele son olarak (bizimkinden 27 yıl sonra) bir akademik heyetin hazırladığı lüks kitapta, bizim “... üç ay gibi kısa sürede hazırladık” ifademizi, “aceleye gelmiş” anlamına gelebilecek söylemle değerlendirmiştir.
“Atatürk ve İzmir” bize ve İGC'ye onur vermektedir.
Büyük Önder'in İzmir ziyaretinde İran Şahı'nın söylediği “Sen Serdar ben Leşker” sözü zaman içinde daha geniş kapsam kazanmıştır:
“Mustafa Kemal Serdar, öbürleri leşker.”
Gerçekten, onun ardından, iki ayrı ülkeden yükselen feryat, başka değerlendirmeye gerek bırakmamaktadır.
Bulgar basını: “Atatürk öldükten sonra Dünya artık, eskisi kadar enteresan değildir.”
İtalyan radyosu: “İskender, Sezar, Napolyon, ayağa kalkın: Büyüğünüz geliyor!”
ATATÜRK'ÜN BİR SAATI VARDI
“Atatürk'ün bir sözü vardı
Yediveren bir gül gibi açardı
Atatürk'ün bir atı vardı
Etilerden beri koşardı
Atatürk'ün bir resim vardı
Buğday tarlası gibi ağardı
Atatürk'ün bir saati vardı
Durmadı.”
(Melih Cevdet Anday)