1 Ekim, geleneksel olarak sahne sanatlarının “sezon” açılışını ya da başlangıcını anlatır. İngilizcesi “season”, Türkçesi “mevsim”dir, ilgi alanımızda “sanat mevsimi” anlamına gelir.

Yakın geçmişe kadar ekim-mayıs arasındaki yerleşik sahne çalışmalarını özetler, buna yaz aylarındaki “turne” süreci eklenirdi. Bugün bu anlayış, özellikle ödenekli yapılanmalar için değişmiştir, değişmek zorundadır. Coğrafyasında irili ufaklı yüzlerce sanatsal mekâna sahip İzmir’in, hele ki 8-9 aya uzanan mevsim olanaklarına rağmen değerlendirilmemesi ya cahilliğin ya öngörüsüzlüğün ya tembellik sosuna batmış aymazlığın sonucudur. Koskoca bir yaz mevsiminin, birkaç gönüllü ve özverili buluşma, festival ve şenlik girişimleri dışında, ithal işlerle geçiştirilmesi, özellikle ödenekli tiyatrolar için, bir manifesto ve hayatın içinde kendini konumlandırma sorunudur. Konuyu “şehrin tiyatrosu” olmak, gereğini yapmak ve savrulmamak noktasından sürdürmek istiyorum.
 
***
İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 70 yıl sonra “yanlış iliklenen ilk düğme” sendromu ve travması içinde bin sorun yaratarak ve boğuşarak üçüncü kez yeniden kuruldu ve 3 Ekim’de dördüncü sezonuna başlayacak. Bu ülkede “Ben söylemiştim” diyerek, “haklı” çıkmanın keyfini yaşamak, hasta ruhlar dışında kimseyi mutlu etmez. Bu gazetenin arşivine girenler, o dönemde en uyarıcı, en dostane, en akılcı uyarıların bu köşeden yapıldığını okuyacaklardır. “Hayat kısa, sanat uzun” denir, üç yıl ne çabuk geçti değil mi? Öyledir, seçilenler, atananlar hiç gitmeyecekmiş zannına kapılırlar. Oysa zaman dediğin, özellikle yerel yönetimlerde ve sanat kurumlarında şimşek hızıyla gelip geçiverir. Sıra, neyi nasıl yaptığınıza ve yapamadığınıza gelir. Başarılarınızla alkışlanır, başarısızlıklarınızla sorgulanırsınız. Hakkınızda verilecek karar, sonraki yaşamınızı belirler. İşte bu kabulün, içselleştirmenin ve gereğini yapmanın kerterizi de, demokrasidir, hesap verebilirlik ve sorabilirlik yetkinliğidir, kişisel hırs ve şirretliği bir kenara atabilme olgunluğudur, verilecek kararın makul, anlaşılır, şeffaf olmasını beklemek, bununla yetkili ve sorumlu kişilerin ve makamların da gerekeni yapacağına inanmaktır.
 
***
Üç kez yeniden ve yeniden ve yeniden “kurulan”, sayısız yönetmelik girişimleriyle neredeyse yapısal bir kevgire dönen, sanat ve bürokrasi dünyasının cehaletleri nedeniyle yıpranan, konuyla zerre kadar ilgisi olmayan herkesin tebelleş olduğu, işin tribün amigoluğuna indirgendiği, liyakatin her zamanki gibi popülizme ve politikaya kurban edildiği bir girişimden söz ediyoruz. Bu sürecin, özellikle ikinci 3 yıllık dönemi için tavır, konum ve inisiyatif almış biri olarak, 58 yıllık İzmirli, 43 yıllık tiyatrocu kimliğimin verdiği sorumluluğu yerine getirmeye çalışacağım.
Siz şimdi Şehir Tiyatrolarımızın 2024-2025 sezonunu açmak için seçtiği, turne oyunu desen olmaz (oynayan tiyatronun başında), tiyatromuzun yeni sezon için ürettiği desek yakışmaz (bürokratik işlemlerle bize devredilmesi, bizim ürettiğimiz anlamına gelmez), daha önce İstanbul Şehir Tiyatroları için kotarılmış ve sahnelenmiş oyunu izleyin. Şimdiden biletleri tükenmiş, daha ne istiyorsun demeyin. Ben buna ancak sevinirim de, kalkıp biri de, “Şehrin ödenekli tiyatrosu, yeni sezonu ithal oyunla mı açar?” diye soruverir, yanıt bulamayız. İşin bir de, yönetmelikte GSY atama tarihinin, “1 Ekim”e uygunluğunu düşünemeden uluorta belirleme, yeni oyun nasıl yetişir diye soramama meselesi var ki… Hepsini konuşacağız.
“Bir tiyatronun yapacağı en son iş, oyun sahnelemektir” demiştim ve hala demekteyim. Bu sözümü çarpıtanların başında da, Şehir Tiyatrolarımızı lafla, bilgi kirlilikleriyle, yıpratanlar, kamu önünde tartışılır hale getirenler, “Benden sonra tufan” diyenler ile yandaş korosu vardır. Haftaya “O zaman, bu ne hal?” diye sorarak başlayacağız.​Her şeye rağmen, yaşasın sanat, yaşasın tiyatro, yaşasın ŞT!