“Tuti-i mucize guyem ne desem laf değil
Çerh ile söyleşemem ayinesi saf değil
Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil”
(Itri)
Muhterem kari (sayın okur),
9 Eylül'deki Cumartesi yazılarımın ortak özelliği, doğrudan kafadan yazılmış olmaları. Ne o? “Konusunu bilmeyen öğretmenin, derste kitaptan okuması gibi. Sen bilmiyorsan, öğrenci nasıl öğrenecek?”
Bugün de, hanidir kafamı yoran gibi bir konuda klavyenin tuşlarına basacağım. Konu: Polygot (poliglot).
Varsan baksan, Türkçe Sözlük'te yoktur bu evrensel terim. Kısaca: “Çok dil bilen”, “çok dilde yazılmış olan”, “çok dilde yazılmış şeyleri içine alan”.
Bilengual (çift dilde yazılmış) metinler bile, bilinen birisinin yardımıyla diğerinin çözümüne olanak sağlar. Asurca-Akatça, Likçe-Grekçe vb gibi. Birden fazla dil bilmenin erdemini düşünebiliyor musunuz? Atalarımız boşuna mı demiş: “Bir lisan, bir insan” diye?
An itibarıyle düşünüyorum: Tarihte, çok dil bildiğini bildiğimiz kimler var? Sizden önce mi düşündüm bilmiyorum ama, benim aklıma ilk olarak, Mısır'ın firavuniçesi Kleopatra geldi. Fettan imparoteriçe, kabile dillerini bile biliyormuş. Düşünsenize Tarsus ırmak limanında saltanat kayığında ağırladığı (!) Marcus Antonius'la şakır şakır ve selis (düzgün, uyumlu, akıcı) Latince konuşuyor.
Tarihsel kişilik değilse bile, tarihsel araştırmalarıyla tarihe geçmiş Henrich Schileimann da az dil biliyor değilmiş ha! Hazret, kazı yaptığı ülkelerde, tercümanlarla altı haftalığına pazarlık yaparmış. Ondan sonra, kazı notlarını o ülkenin diliyle tutarmış. Böylece 14 ayrı ülkenin dillerini öğrendiği kayıtlı. Bugün onun notlarını anlamak ve açıklamak için, hepsi birden 14 dil bilen üç-dört çevirmen gerekli.
Bizde ilk “polyglot” olarak Kasım Gülek aklıma geldi. Bu zat, öylesine başarılı bir öğrenci imiş ki, mezun olduğu üniversitenin girişindeki tabelada “Try to be like Gülek” (Gülek gibi olmaya çalış) yazılı olduğu aklımda kalmış.
Benim yüz yüze tanıdığım polyglot, Halikarnas Balıkçısı idi. (Bakın ben hiç, “Cevat Şakir Kabaağaçlı” demiyorum. Adamın kullanmak zorunda kaldığı isim bu. Siz hiç Aziz Nesin'e “Mehmet Nusret”, Cüneyt Arkın'a “Fahrettin Cüreklibatur” diyor musunuz? Aksini yapanlarınki malumatfuruşluk (bilmiş görünmek hevesi).
Evet, Balıkçı başlıca antik ve çağdaş dilleri bilirdi. Bana onun bilmediği dil yokmuş gibi gelirdi, TRT'de iken üstündeki yazıları okuyamadığımız plaklar olurdu. Ben Balıkçı'ya telefon eder, yalan yanlış okurdum; O, plağın adını, bestecisini, solistini tıkır tıkır söylerdi: Gönül Hanım, Beria Hanım, Berrin Hanım öyle kayda geçerlerdi. Balıkçı'nın gönüldeşi Azra Erhat da az yabancı dil bilmezdi. Bir Japon gencinin 23 (yirmi üç) değişik dil bildiği haberi yayılmıştı bir zamanlar. (Kitaplığımda var ama şimdi kalkıp Guinnes Rekorlar Kitabı'na bakacak değilim. Benden daha ziyade meraklı olanlar bakıversinler lütfen).
Peki, bir sürü yabancı dil bilmek, neye karşı iyi geliyor? Şimdi hepimiz tutup, birden çok yabancı dil öğrenmeye mi kalkalım? Yok a canım. Birkaç yüzyıl daha bekleyelim; nasıl olsa günün birinde dünyada tek (ortak) bir dil konuşulacak.
Yine bizim Türkçemizin mükemmel bir dil olduğunu ama, geri vitesinin olmadığını söylerdi. Yani, İngilizce'de “to do”, “on do” oluyordu; bizde ise “yapmak” ve “bozmak” diye iki ayrı fiil kullanılması gibi. Türk Sanat Müziği (TSM) denilen müziğe meftun olanların çoğu, yazımın başına koyduğum muhteşem şarkıyı dillerinden düşürmez ama, çoğu bunun, “Mucizevi sözler söyleyen bir papağanım” demek olduğunu bilmez. Şarkı ve türkülerimizde çok geçen “dudu”nun da “papağan” demek olması, çoğu kimsenin umurunda değildir. (Söz aramızda benim anamın adı da 'Emine Dudu' idi).
Yabancı dil bilmenin yararı olmaz mı? Bilmiyor musunuz Fare Ailesi'nin başına geleni?
Maaile pikniğe gitmişler. İşte efendim peynir, sucuk, sosis, salam, neler (ç)alabildilerse. Bir söğüt altına oturup tam atıştırmaya başlayacakken, bir kedi sökün etmez mi? Ana fare, yavrularını kuyruğunun altına alıp, ağacın arkasında:
-Hav, hav! diye bağırınca kedi kaçıp gitmiş.
O zaman Fare ana, yavrularına ne demiş:
-Gördünüz mü evlatlarım yabancı dil bilmenin faydasını...
...Ama bizim askerin başına gelen gibi olaylar da oluyor hayatta. Bir NATO tatbikatı var. Çeşitli ulusların askerleri kaynaşsın diye, masalara ayrı milletlerden askerler oturuyor. Bizim Ali Koçyiğit de, bir Fransızla aynı masaya verilmiş. İlk gün kahvaltıda Fransız, bizimkine:
-Bon appetit, demiş.
Bizim Ali düşünmüş: Bu adam ne söylemiş olabilir? Herhalde kendi adını. O da cevap vermiş:
-Ali Koçyiğit
İyi ama, Fransız, öğle yemeğinde, akşam yemeğinde, ertesi gün hep
- Bon appetit diyor, bizimki “Ali Koçyiğit”
En büyük asker bizim asker, komutana dert yanmış, “Böyleyken böyle” demiş, ben onun adını ezberledim, o her yemek öncesi adını tekrar ediyor, ben cevap veriyorum.
Komutan, “Oğlum, bon appetit onun adı değil, afiyet olsun demek” demiş.
Bizim Ali dersini aldı ya; ilk yemekte daha önce masaya yerleşip, Fransız gelince, elini uzatıp:
-Bon appetit, demiş.
Fransızın cevabının ne olduğunu kestirmişsinizdir:
-Ali Koçyiğit...
Afiyet olsun...