Tarsus’tan tüm Anadolu’ya yayılan ve asırlardır dilden dile aktarılan Şahmaran efsanesi, insan ve doğa arasındaki karmaşık ilişkiye dikkat çeken önemli bir halk anlatısıdır.
Efsaneye göre, yerin yedi kat altında yaşayan, akıllı ve şefkat dolu yılanlar vardı. Bu yılanlara “Maran” denirdi ve liderleri ise güzelliği ve bilgeliğiyle nam salmış Şahmaran idi. Yılanların kraliçesi olan Şahmaran, yarı yılan yarı insan formunda, hem cesur hem de merhametli bir figürdü.
Şahmaran efsanesi, yüzyıllar boyunca farklı kültürlerde ve coğrafyalarda farklı şekillerde anlatılmıştır. Bu efsanenin kökenleri, tarih öncesi dönemlere kadar uzanan doğa kültlerine ve yılanın sembolik anlamına dayanmaktadır. Yılan, birçok kültürde yeniden doğuş, dönüşüm ve bilgeliği simgeler. Şahmaran efsanesinde de yılanın bu sembolik anlamı, Şahmaran'ın mistik özelliklerine yansımıştır.
Efsane, fakir bir oduncunun oğlu olan Cemşab’ın bir mağarada yılanlarla karşılaşmasıyla başlar. Bir gün arkadaşlarıyla bal dolu bir mağara keşfeden Cemşab, payına düşen bal miktarını artırmak isteyen arkadaşları tarafından orada yalnız bırakılır. Umutsuzca bir çıkış yolu arayan Cemşab, mağaranın bir köşesinde ışık sızan bir delik bulur ve cebindeki bıçakla deliği büyütür. Karşısına çıkan manzara ise büyüleyicidir: Bir bahçe... Çiçeklerle dolu, tertemiz bir havuzun ortasında, sayısız yılanın yaşadığı bu muhteşem bahçe, aslında Şahmaran’ın ülkesi ve sırrıdır. Cemşab, uzun yıllar burada yaşamış, Şahmaran'ın güvenini kazanmış ve bu huzurlu dünyada kalmanın getirdiği şansı yakalamıştır. Ancak, ailesini çok özlediğini söyleyerek Şahmaran’dan gitmek için izin ister. Şahmaran ise ona bir şart koşar: Yerini asla kimseye söylememek. Cemşab bu sözü verir ve ailesine kavuşur.
Şahmaran’a verdiği söze uzun yıllar sadık kalan Cemşab, bir gün kendini büyük bir çıkmazın içinde bulur. Ülkenin padişahı ağır bir hastalığa yakalanır ve veziri, hastalığın çaresinin Şahmaran’ın etini yemek olduğunu söyler. Cemşab, verdiği söze sadık kalmaya çalışsa da, vezirin zorlamaları karşısında daha fazla dayanamaz ve Şahmaran’ın mağarasının yerini açıklar. Şahmaran yakalanır. Bu noktada efsanenin trajik yüzü daha da derinleşir. Şahmaran, kendini ele veren Cemşab’a son bir talimat verir: "Beni toprak çanakta kaynatıp, suyumu vezire içir, etimi de padişaha yedir." Cemşab, bu isteği yerine getirir ve olaylar tam da Şahmaran’ın öngördüğü gibi gelişir: Vezir ölür, padişah iyileşir ve Cemşab, ülkenin yeni veziri olur. Ancak Cemşab’ın zaferi, büyük bir ihanetin gölgesinde kalmıştır. Şahmaran'ın ölümü, onun bağlı olduğu doğa sisteminin bir parçası olan yılanlar tarafından hala bilinmemektedir. Efsaneye göre, bir gün yılanlar Şahmaran’ın öldürüldüğünü öğrenirse, Tarsus büyük bir yılan istilasına uğrayacaktır.
Şahmaran efsanesi, sadece Tarsus'ta anlatılan bir masaldan çok daha fazlasıdır. Bu hikâye, güvenin, ihanetin ve doğanın intikamının derin sembolleriyle doludur. Şahmaran’ın bilgeliği, Cemşab’ın ihanetine rağmen ona son bir yol gösterişiyle öne çıkar.