İzmir Şehir Tiyatroları’nın kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’in yeni çıkan anılarının üçüncü cildi “Yelkenler Fora”dan bir alıntıyla başlayalım. Erten, ‘2000’e doğru Devlet Tiyatroları’ başlıklı bir açık oturum için hazırladığı notlarda sanatın işlevini şöyle tanımlamış: “Kendini arama, yerini arama, çelişkileri sergileme, özlemlerini, düş kırıklıklarını, umutlarını, isyanını dile getirme ve paylaşma, dünyaya ve hayata çeki düzen verme, bir çeşit yeniden yaratma”… Tiyatro ise “Bu yönde en yoğun yaşanabilen alışveriş” diyor sevgili Yücel.
Geçen yazımda, İzmir’de gerçekleştirilen 41. İzmir Uluslararası Tiyatro Günleri/ Hülya-Özdemir Nutku Tiyatro Festivali’ne ilişkin eleştirilerimi sıralamış, oyunlardan söz etmeyi bu haftaki yazıma bırakmıştım. Yazımda festivali genel hatları ile zayıf bulduğumu belirtmiş, oyun seçkisinin bu işin uzmanlarınca yapılması gerektiğinden söz etmiştim. Programda iki yabancı tiyatro yer alıyordu; İtalya ve Almanya’dan yarı-amatör iki topluluk… “Puntila ile Matti”yi sonuna kadar izlemeyi başardığımı söylemeliyim. Açılışı yapan İtalyanların “Alice”inin de pek farklı olmadığını duyuyorum izleyenlerden.
Seçkide, İzmir tiyatroları ağırlıktaydı, bazılarını izleme şansım oldu, bazılarını sonraya bıraktım, nasılsa mevsim içinde izlerim düşüncesiyle… Tiyatro Kalemi’nin “Post Otel Gazino”, Tiyatrohane’nin “Palyaço Bar”, Toprak Sahne’nin “Sığınamayanlar”, Tiyatro Mahal’in “Lacivert Gece”, Batı Sahne’nin “Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü” oyunlarını ilk fırsatta izlemeye çalışacağım. Ama festival programına bu denli fazla sayıda İzmir Tiyatrosu davet etmek ne derece anlamlı emin değilim. Belediyenin festival konsepti ile sosyal sorumluluk işlevini birbirinden ayırması doğru olur kanımca. Elbette, İzmir tiyatroları da yer alabilmeli festivalde, ama o yılın en başarılı ürünleri ve kendini kanıtlamış tiyatroların yeni oyunlarının ‘prömiyer’leri ile… Başka kentlerin tiyatrolarının ağırlıkta olması, seyircinin ulaşamayacağı oyunları ayağına getirmesi bir festivalin izlemesi gereken stratejilerin başında gelir. Bunun getireceği mali yükün farkındayım elbette, ama nitelikten fedakarlık edileceğine, nicelikten feragat edilebilir, oyun sayısı azaltılabilir pekala.
Oyunlarını izlediğim İzmir tiyatroları içinde, Beden İşleri’nin “Pireli Varyete”, Tiyatro Ansambl’ın “Dönüşüm/Samsa”, Tiyatro Peron’un “Kumpanya” oyunları metin, reji, oyunculuk, sahne tasarımı alanlarında estetik bütünlüğe ulaşamayan iyi niyetli çalışmalardı; festival dışı yolculuklarının uzun ömürlü olmasını dilerim… Peki, beğendiğin hiç mi oyun olmadı derseniz, elbette oldu: Tiyatro DEA’nın “Feramuz Pis”i, Tiyatro Boyalı Kuş’un “Kendine Ait Bir Oda”sı, Kumbaracı 50’nin “Çemberin Anası” ve elbette Dostlar Tiyatrosu’nun “İmparator”u.
Tiyatromuzun usta oyuncu ve yönetmeni Genco Erkal, Habeşistan’ın (şimdiki adıyla Etiyopya) devrik imparatoru Haile Selassie’nin -bize çok tanıdık gelen- öyküsünü anlatıyor “İmparator”da. Erkal, Dolin Teevan’ın, Ryszard Kapuscinski’nin “Afrika Aslanı” adlı kitabından uyarladığı oyununun çevirisini, dramaturjisini ve yönetmenliğini yaptığı gibi başrolü de üstlenmiş. Genco sahnede Enes Sarı ile birlikte çok sayıda karakteri canlandırıyor. Oyunda, tam 44 yıl saltanatını sürdüren ‘İmparator’u görmüyoruz; saray erkanının ve yardakçılarının anlatımları ile nasıl bir insan olduğunu tanıyoruz. Mizah ögesini ustalıkla kullanan bir yönetmen ve oyuncu olan Genco Erkal, bu karakterlerin trajikomik öykülerinden yola çıkarak tüm imparatorlara ayna tutuyor. Cehaletlerini, görgüsüzlüklerini, canavarlıklarını ve zavallılıklarını gözler önüne seriyor. Doğru zamanda doğru oyun bu olsa gerek…
“Feramuz Pis” festivalin güzel sürprizlerinden biriydi. Sema Elcim’in yazıp, Oğuz Utku Güneş’in yönettiği oyunda, Mardin’den İstanbul’a göç etmek zorunda kalmış Süryani bir ailenin bireylerini tanıyoruz. Her birinin ayrı sorunları ve bu sorunlarla baş etme yöntemleri var. Küçüklüğünde yaşadığı travma (finalde bu travmanın nedenini anlıyoruz) sonucu engelli kalan Feramuz, dünyanın acımasız gerçeklerinden kaçarak, kendi büyülü dünyasına sığınıyor. Ötekileştirilmiş insanlara yönelik insancıl bir bakış sunan Tiyatro DEA’nın yöneticilerini ve başarılı oyuncu kadrosunu kutluyorum. Oyuncuların performansı ile öne çıkan bir başka oyun da Kumbaracı 50’nin “Çemberin Anası”. Babil’de ‘Çember’ adını verdiği bir yeraltı gettosunda kendini kraliçe ilan eden Semiramis’in öyküsünü konu alan oyununu tüm yenilmişlere ve susturulmuşlara adayan yazar-yönetmen Burçak Çöllü’nün derdini daha anlaşılır kılmasını dilerdim.
Feminist literatürün önde gelen isimlerinden Virginia Wolf’un “Kendine Ait Bir Oda” adlı yapıtından Jale Karabekir tarafından çevrilen, uyarlanan ve yönetilen oyunda, 16. yüzyıldan başlayarak yazın dünyasındaki eşitsizlik, kadın yazarların çektiği sıkıntılar, Pelin Oruç ve Seda Elhan’ın usta yorumları ile aktarılıyor. Kurucusu olduğu Tiyatro Boyalı Kuş’ta yıllardır önemli yapımlara imza atan Jale Karabekir’i bir kez daha kutlamak isterim. Yazımın başında, yaptığım alıntıya dönerseniz, neden bu yapıtları beğendiğimi daha iyi anlayacaksınız. Tiyatro emekçilerinin sorunlarına kalıcı çözümler bulunacağı, özgür sanat üretiminin önündeki engellerin kaldırılacağı ve Hülya-Özdemir Nutku’nun anılarına yakışan festivallerin gerçekleştirileceği güzel günlerin özlemiyle…