Cumhuriyet'in ardından, ülkenin “muhalif” gazetelerine yapılacak operasyonda ilk sırayı Sözcü'nün alacağı kesindi.
Bizim mahallede böyle bir operasyonu beklemeyen yoktu.
Bir umut “demokrasi” falan deniyordu.
Halk oylamasından sonra onun da süresi doldu...
***
Türkiye'de 15 Temmuz kalkışmasının ardından cadı avı başlatıldı. Bırakın kurunun yanında yaşın yakılmasını, kuru ve yaşın kim olduğu konusunda bile “netlik” yok artık.
Ortalık toz duman.
Örneğin “terör örgütü ağabeyi” diye hakim karşısına çıkmayı bekleyen İzmirli işadamı, hazırlanan iddianamede başka bir işadamının aleyhindeki haberler için “aracı” olduğunu, bu sayede gazetelere kendisini aklayan “haberler” yapıldığını, dahası kendi aleyhine yazı yazan bazı “köşe yazarlarının” yaptığı görüşmelerden sonra görüş değiştirdiklerini, üstüne üstlük bütün bunların ardından kendisiyle ilgili soruşturmada “gözaltı” kararının aynı işadamı tarafından kendisine “iki gün önce” bildirildiğini söylüyor.
Sadece söylüyor ama bütün bu ilişkilere “aracılık” yapan diğer işadamı hakkında “iddianamede” tek satır yazı bulamıyorsunuz.
Ve ne tuhaftır ki “aracı” işadamı İzmir'in bazı CHP'li belediyeleri ile “sıkı fıkı” işler yapıyor, arsalar alıp imar değişikliklikleri yaptırabiliyor.
Yasak alanda “serbest” ticaret yapıp, milyon dolarlarına yenisini katarken, hem sosyal demokrat belediyelerden, hem de iktidardan “imtiyaz” görüyor.
Cebinden bağladığı “gazetecilerin” salya sümük alkışları ve yağcılıkları da cabası...
***
Ne oluyor sonuçta?
Fehmi Koru ve Hüseyin Gülerce gibi, geçmişteki ilişkileri “ortada” olan iki fikir adamının (!) ince ince oluşturdukları tümceleri sayesinde Sözcü'ye operasyon yapılıyor...
Bir üçüncü isim daha var, pek yakında ortaya çıkınca çok da şaşıracağımızı düşünmüyorum.
İşte bu yüzdendir ki, üç “meczubun” karanlık ifadeleri ile Gökmen Ulu ve Mediha Gökmen derdest edilip, karanlığa ve beş metrekarelik hücreye atılıyor.
Bu cadı avının Sözcü'nün “muhalif” duruşu yanında, Gökmen Ulu'nun “takipteki” haberleri için olduğunu düşünmemek saflık olur.
Gözaltına alınıp tutuklanmadan birkaç gün önce her zamanki kibarlığı ile önce telefon edip, “uygunsam” gazeteye ziyarete gelmek isteğini söyleyen Gökmen'in “peşinde olduğu” haberleri gayet iyi biliyorum.
Yağmanın peşindeydi...
Kimin kiminle ne tür bir “ilişki” içinde olduğunu tam olarak çözemediğinden (aslında çözmüştü de farklı iki dünya görüşünün böyle bir ilişkiye gireceğine anlam veremediğinden) onlarca soruyu tartıştık.
Kafasının içindekilerin “doğru” olduğunu gördükçe yüzündeki gerginlik yerini “gülümsemeye” bıraktı.
Notlarına baktı.
Eksiklerini tamamladı...
***
Gökmen Ulu için “kefalet vermem” düşünülemez.
O, kendi kendisinin kefilidir.
Zaman zaman “başarılı” haberlerini “izin alıp” kullanmak isteğimizi söylediğimde bile, sesindeki mutluluğu, samimiyeti Gökmen Ulu'nun kefaletidir bence.
Bunu, onu demir parmaklıkların ardına yollayanlar da biliyor aslında.
Bir taşla birkaç kuş vurma derdindeler.
***
Ve “şimdilik” başardılar...
Üçün ikisi belli olan “kalemli katiller” ile, parayla “kiralanan kalemler” sayesinde.
Şaşırdım mı?
Hayır...
Gazetecilik böyledir.
Ya “kiralarsın” kalemini, ya da zindanı “dost kapısı” yaparsın.
Asla şaşırmazsın...