Çok büyük hata yaptı, Erdoğan. Uzatmaya çalıştığı iktidarının yıkılışına büyük bir ivme kazandırdı. Yarattığı ‘Korku İmparatorluğu’, önce İmamoğlu, ardından Kılıçdaroğlu’nun cesur konuşmalarıyla dağılıverdi. ‘Uyuyan Dev’ uyandı ve artık korkma sırası başkalarında.
İmamoğlu’nun sanatçıları, akademisyenleri ve iş insanlarını tepki vermeye daveti sonrası, herkes konuşmaya başlayınca, korkutmayı denediler ama işe yaramadı. İmamoğlu’nun yeni mesajı da harika: “Haddini bilmesi gereken siyasilerdir, bizleriz. Sanatçılar, akademisyenler, iş insanları değil. Korkmadan konuşmaya, paylaşmaya devam edin lütfen.”
Gerekçeli karar hala yok. Herkes konuşurken, hukuku katleden yedi YSK üyesi sus pus. Tıpkı milyonların kul hakkını yedikleri toplantıda olduğu gibi. Korkudan mı, söyleyecekleri bir şey olmamasından mı? Her ikisi de belki.
Gelecekte neler var?
Bir satranç oynanıyor ve birkaç hamle sonrasının olası stratejilerini şimdiden oluşturmakta yarar var. Erdoğan ağzıyla kuş bile tutsa, İmamoğlu’nun açık ara ile yeniden seçileceği kesin. Fark ne kadar açılırsa, Erdoğan’ın koltuğunda oturması o denli güçleşir. Erdoğan için güven oylamasına dönüşen seçimin ardından, yine bir ayak oyunuyla İmamoğlu’nun belediye başkanlığı engellenirse, erken seçim süreci daha da hızlanır ve İmamoğlu’na cumhurbaşkanlığı yolu açılabilir.
Partiler ne yapacak?
İmamoğlu’nun hakkının açıkça yenmiş olması, hem katılımı hem de oylarını arttıracaktır; Binali Yıldırım’ın isteksiz ve donuk üslubu ise tam ters etki yapacaktır. HDP, İstanbul İttifakı adı altında İmamoğlu için oy istemeye karar verdi. Apo’dan medet umanlar, daha da puan kaybeder. Saadet Partisi’nin tavrı ‘Aday çıkarmak mı çıkarmamak mı AKP’ye daha çok oy kaybettirir?’ anketinin ardından belirlenir, sanırım. DSP aday çıkarırsa, boyunun ölçüsünü alır ve kendi sonunu hazırlar.
Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç
Atatürk ünlü sofralarından birinde sorar: “Türk milleti, ne zaman kendini kurtulmuş sayabilir?” Herkes bir şeyler söyler, sıra Hasan Ali Yücel’e gelir: “Paşam, Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacını duymayacak hale gelirse o zaman kurtulmuş olur.” Atatürk’ün bu sözlere yanıtı şöyle olur: “Bu çocuğun ileri attığı, üstünde bizi derin derin düşündürmeye değer bir fikirdir.”
Bugüne dek hep bir kurtarıcı aradık. Kimine “Baba” dedik, kimine “Ana”. Şimdi bir “Abi”miz var ve bizden kendimizi kurtarmamızı istiyor. ‘Gerçek’ ve ‘zor’ demokrasinin gereği bu, çünkü. Anlamını, Köy Enstitüleri’nin diğer kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’tan öğrenelim: “Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı... Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz demokrasinin kolayını seçtik, çok şeyler göreceğiz daha...”
Biz Ne Yapabiliriz?
Korkmadan çalışmalı, özgürce konuşmalı; “Sizlerle birleşirsek, her şey daha da güzel olacak” diyerek, AKP ve MHP’ye oy veren seçmenleri kazanmayı amaçlamalıyız… ‘Gerçek’ demokrasiyi özümsemesi için çocuklarımızı ve onları yetiştirecek kadınlarımızı iyi eğitmeli; buna yönelik projelere öncelik vermeliyiz. Balık tutmayı öğretmeye ve tuttukları balıktan geçimlerini sağlamaya yönelik çabalar, çok etkili ve yararlı.