Önceki yazımda erken seçimin neden kaçınılmaz olduğunu anlatmaya çalışmıştım, ama nasıl gerçekleşeceğini bilmiyorum. Neredeyse aynı anda benzer şeyleri Turkishpost’ta ‘Sözde Dikta Rejimi’ başlığıyla yazan Mümtaz’er Türköne ise biliyor olabilir…
Beş ay sonra, ikinci kez ‘Pişti’ olduğumuz Türköne ile siyasi düşüncelerimiz taban tabana zıt ama yazdıklarını çok önemli buluyorum. Bahçeli sayesinde hapisten çıkan Türköne’nin, onun onayı olmaksızın hiçbir şey yazmayacağını, hatta Bahçeli’nin söyleyemediği şeyleri Türköne’ye yazdırmış olabileceğini düşünüyorum, çünkü. Yazının Bahçeli’nin 66 gün sonra verdiği ilk görüntülerden kısa süre önce servis edilmiş olması, yani zamanlaması da manidar…
Türköne yazısında 15 Temmuz sonrasında diktatörlüğün otoriter biçiminin uygulandığını, keyfiliklerin özellikle yargı kararlarıyla sürdüğünü, mevcut iktidarın evrensel bir dikta rejimi değil, ‘Sözde Dikta’ olduğunu; dikta rejimlerinin seçim kaybetmediğini, oysa ‘Sözde Dikta’ rejiminin, art arda seçim kaybettiğini belirtmiş. İmamoğlu operasyonu ile bir ‘Bizans Saray Düzeni’ inşa etmeyi amaçladıklarını; halkın özgürlük, adalet ve iyi yönetim susuzluğu karşısında yenik düştüklerini; seçim olmadan, derinleşen ekonomik krizden çıkmanın mümkün olmadığını da eklemiş.
Yazıda altını çizdiğim cümleler şöyle: “Şu anda bile çoğunluğa değil, MHP desteği ile ayakta duran bir azınlığa dayanıyor… … Erdoğan tek başına vuruşuyor, yanında ve arkasında kimse yok; yapayalnız. Çünkü iktidar sahipleri ve destekçileri kendi geleceklerini garanti altına alma endişesi ile araziye uygun kamuflajlara gizlenmiş durumdalar… Hiçbir diktatör, böyle bir ekiple ve partiyle gireceği savaşı kazanamaz. Hiç kimse kazanamayacağı savaşa girmez. Kısaca ‘sözde dikta’ rejimi de artık sona erdi.”
Bu yazıyı, Türköne ile ilk ‘Pişti’ olduğumuz 5 Kasım 2024 tarihli ‘Devlet, Hükümete karşı’ başlıklı, başlığı bile son derece anlamlı yazı ile birlikte değerlendirmekte yarar var. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı forslu çerçeveli bir resminin koridorda taşındığı anlamlı bir fotoğrafla birlikte servis edilen önceki yazısında Türköne, ‘Erdoğan ile Bahçeli arasındaki pinpon maçını, hükümet ile devlet arasında nefes kesen bir karşılaşma’ olarak niteliyor, kayyım ataması ile Erdoğan’ın bindiği dalı kestiğini, bu büyük hatanın erken seçimin kapısını açacağını söylüyordu.
İki yazıyı birlikte yorumlamadan önce, Zaman Gazetesi yazarı Türköne’nin 2016’da tutuklandığını ve 10 yıl hapse mahkum olduğunu; Bahçeli’nin bir sosyal medya mesajı ile Türköne’nin davasının ‘tekraren ve titizlikle değerlendirilmesi’ gerektiğini yazdığını; yeniden yargılanmasını ve serbest kalmasını sağladığını anımsatayım.
Sonuçta, Bahçeli’nin özellikle İmamoğlu’nun ve Özdağ’ın tutuklanmasından, kayyım atamalarından ve hukukun ayaklar altına alınmasından çok rahatsız olduğunu, bu işlerin böyle yürümeyeceğini bildiğini ve yapılanlardan yakın gelecekte sorumlu olmamak için Türköne aracılığıyla uyarılar gönderdiğini düşünüyorum. Bahçeli simgelerle anlatımı çok seviyor. Neden ilk iş olarak, Alparslan Türkeş’in mezarını ziyaret etti diye düşünürken, Aşık Veysel’in 1960’ta Menderes’e yazdığı ‘Demokrasinin budur rejimi’ dizesiyle başlayan eleştirel şiir ve 27 Mayıs 1960 saat 5:30’da radyodan bildiri okuyan Türkeş’in tok sesi geldi aklıma. Bahçeli bir gönderme yapmış olabilir miydi?
Özetle; Türköne’nin yazısı, Bahçeli’nin Erdoğan’a ikinci sert uyarısı olabilir.
Ve üçüncü uyarı olmayabilir!
Not: Kurultay’ı iptal ederek gol atmak isteyen AKP’ye üç gol birden atan Özgür Özel’i kutluyorum.