1922 yılı, Ağustos ayı ortaları, TBMM Orduları Başkamutanı Mustafa Kemal Paşa, Ankara Keçiören'de arkadaşlarıyla son gecesini geçirdi. Ayrılırken hayli yorgundu. Yanındakilere;
-Taarruz haberini alınca hesap ediniz. On beşinci gün İzmir'deyiz, demişti.
Acaba içkinin etkisi miydi?
Zaferden sonra İzmir'den dönüşünde, Ankara Garı'nda kendisini karşılayanlar arasında, o gece birlikte bulunduğu arkadaşlarından birkaçını görünce:
-Bir gün yanılmışım, dedi.
Evet, düşman öyle hızlı kaçıyordu ki; kovalamak gerekmişti...
Başkomutan'ın Kurtuluş Savaşı'nda uyguladığı taktikler, dünya savaşı tarihini yeniden yazdıracak niteliktedir. Söz gelimi o, silahlı kuvvetler kadar istihbarat (haber alma) konusuna önem vermiştir. Bilinir ki; Anadolu Ajansı'nı (AA), bu amaçla kurdurmuştu.
Sakarya'da tokatlanan Yunan ordusu cephesi Marmara'dan Menderes'e kadar uzanmakla birlikte, kuvvetli grubu Afyonkarahisar-Dumlupınar arasında bulunuyordu.
Başkomutan; Erkan-ı Harbiye-yi Umumiye (Genel Kurmay) Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) ile Batı Cephesi Komutanı General İsmet (İnönü) paşalarla, iki ordu arasında düzenlettiği futbol karşılaşması seyretmek vesilesiyle bir araya geldi; taarruz hazırlıklarını görüştü. Ankara'dan ayrıldığını çok güvendiği birkaç kişi dışında kimse bilmiyordu. O kadar ki; AA, Mustafa Kemal Paşa'nın, Çankaya'da bir çay ziyafeti verdiği haberini servis etti. Gazi bir gece, Tuz Gölü üzerinden Konya'ya gitti. Oraya varır varmaz, telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak, orada bulunduğunun bir yere bildirmesini engelledi.
Yakın komuta arkadaşlarıyla Büyük Taarruz'u (genel saldırı) tüm ayrıntılarıyla görüştü.
24 Ağustos günü (yani 97 yıl önce bugün), karargahlar Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına taşındı. Yarını 26 Ağustos olan günün sabahı Şuhut'tan, Başkomutan'ın Büyük Taarruz'u yöneteceği Kocatepe'nin güney batısındaki çadırlı ordugaha geçildi.
Bundan sonrasını -daha iyisi yazılamayacağı için- Türk şairi Nazım Hikmet'in “Kuvayi Milliye'sinden bölümlerle anlayalım:
Sekizinci Bab. 26 Ağustos gecesinde saatler iki otuzdan beş otuza kadar:
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu Kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını
Düşman üç saatlik yerdedir
ve Hıdırlık tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek.
Kuzeydoğuda Güzelim-dağları
ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu
Paşalar: 'Üç', dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
98956 tüfek
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün aletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
Birinci ve İkinci Ordu'lar baskına hazırdılar.
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
beygirinin yanında duran
sarkık, siyah bıyıklı süvari
kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nureddin Eşfak baktı saatına:
-Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz...
En hızlı koşan Helen askeri Philippides'in, Maraton savaşının (M.Ö 490) kazanıldığını muştulayana sözleriyle:
-Nenikikamen!- Nike!(Kazandık. Zaferi!)