“Çok iyi hatırlıyorum... Biz oyun oynuyoruz, üç tane adam bahse girmişler. Üç adam ama… Biri Arap, biri Kürt, biri de Zaza… Biri diyor ki beni göstererek: “Bu çocuk, Arap…” Öteki diyor ki: “Yok yahu, bu çocuk Kürt…” Üçüncüsü “Bu; ne Arap, ne de Kürt. Bu çocuk Zaza…” diyor. Biz oynuyoruz, onlar konuşmalarımızı dinliyorlar herhalde… Aralarında anlaşamayınca bir esnafa soruyorlar: “Bu çocuk nedir?” diye. Beş lirasına bahse girmişler. O zaman büyük para tabii. Esnaf “Üçünüz de yanıldınız” diyor. “Bu çocuk Türk!"
*****
Gün, Ahmed Arif dostlar. 23 Nisan derler doğumuna ama ustanın kendi ağzından dinleyelim: "Anlatılanlara göre, 1927 Nisan ayının 21. gününde doğmuşum, Diyarbakır'da Yağcı sokak 7 no.lu evde... Yani, yazlık ve kışlık odalarıyla, geniş avlusuyla-bahçesiyle dönemin tipik Diyarbakır evlerinden birinde... İlkokulu Diyarbakır Siverek İlkokulu'nda okudum... Ortaokulu da Urfa'da... Liseyi ise yatılı olarak Afyon Lisesi'nde... Bütün okul hayatımda tanıdığım en yetenekli, en yiğit, en mert, en bilgili adamlar o lisedeydi, işte o yıllar... Yıl 1943 olmalı… Taş çatlasa 16-17 yaşındayım... Durmadan şiir yazıyorum... Bir dergi, ‘Seçme Şiirler Demeti’ adıyla kuşe kâğıda basılıyor... Bir sayfanın sol başında Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif… Ben Neyzen Tevfik'in torunu yaşındayım tabii o zaman, hatta daha da küçük... Bir de 10 lira geliyor bana dergiden, telif hakkı... Düşünün babam bana ayda 5 lira gönderebiliyor. O yüzden 10 lira büyük paraydı o zaman için..." diye anlatıyor yaşam öyküsünü...
Ahmed Arif birçok şaire hayrandı. Faruk Nafiz, Nâzım Hikmet, Orhan Veli, Cemal Süreya ve daha niceleri... Ancak özellikle Cemal Süreya ve Nâzım Hikmet onun için bambaşkaydı...
Ahmed Arif’i yine kendi anlatımıyla dinlemeye devam edelim: “Ben işte o yıllarda bu tarz şiirler yazdım. Biraz Nâzım Hikmet, biraz Ahmet Hamdi Tanpınar, biraz Ahmet Muhip, biraz Cahit Külebi, biraz Behçet Necatigil; bunlarla beslene beslene, bunları sindire sindire, hep böyle yalpalaya yalpalaya...
Cahit KÜLEBİ’nin “Pembe Mantolu Kıza” şiirini okurken sarhoş olurdum. Kendimden geçerdim... Bir Nâzım sarhoşuyum. Ezbere canımı verebilirim...
"Ama sen ki benim yarı parçamsın. Suyun ötesindeki parçamsın!" (Cemal SÜREYA'ya)
…Ben şiirleri çok bekletirim. Mesela şimdi yirmi yıldır hiç dokunmadığım şiir var. Öyle kalsın… Damıtılsın… Bir yere takılmışımdır. Oraya layık, oraya yakışan bir bölüm oluncaya kadar beklesin. Çünkü başı sonu iyi, arada bir yer sıradan, esnaf işi olmasın… Ben, buna çok saygı duyarım... "Maviye, maviye çalar gözlerin…" Bu iki mısra var ya, belki bir on yıl değil, daha fazla, çok daha fazla bekledi...”
*****
Akşamları Orhan Veli ile fayton gezilerine çıkar, Orhan ağabeyine kendi şiirlerinden okurdu. Şiirlerini okuduğu bir diğer kişi de, hemşerisi Cahit Sıtkı Tarancı idi… “Orhan Veli de benim şiirimi bilirdi. Büyük hayranlıkla, büyük saygıyla karşılardı. Cahit Sıtkı da öyle… Hüngür hüngür ağlardı... Kaç kere okutmuştur bana ‘Otuz Üç Kurşun’u, ‘Karanfil Sokağı’nı… Her seferinde Cahit ağabey ağlardı...” Bütün bir ömrünü kavgası ve Leyla'sı için harcadı.Diyarbakır’a sürgüne gitmeden önce, Ankara'da bir dost toplantısında tanıdı Leyla Erbil'i...
Sene 1954... Ahmed Arif; genç, delikanlı, 27 yaşında. Sırılsıklam âşık oldu. 60’ın üzerinde mektup yazdı Leyla'sına. “Leyla, zalım Leyla” diye başladı hep mektuplarına. Aşk’ına karşılık bulmak için yazdı, hep. Leyla ERBİL ise dostluk sınırını çizdive bu sınırı gün geçtikçe derinleştirdi...
Ahmed Arif, bir mektubunda: “İlk sen mağlup ettin beni. Sen ister dostum ol, ister sevgilim. Yeter ki hayatımda ol. Sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. Senden başka hiç bir isteğim yok” der. 'Ay Karanlık’ şiirini de Leyla Erbil’e yazmıştır Arif... "Ay Karanlık… Maviye; maviye çalar gözlerin, yangın mavisine… Rüzgârda asi, körsem, senden gayrısına yoksam, bozuksam, can benim, düş benim, ellere nesi? Hadi gel, ay karanlık... İtten aç, yılandan çıplak, vurgun ve bela; gelip durmuşsam kapına, var mı ki doymazlığım? İlle de ille sevmelerim, sevmelerim gibisi… Oturmuş yazıcılar, fermanım yazar. N'olur gel, ay karanlık... Dört yanım puşt zulası, dost yüzlü, dost gülücüklü. Cıgaramdan yanar, alnım öperler. Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş. Etme gel, ay karanlık..."
*****
“Ben büyük değilim.Halkımın sıradan ve gariban bir ozanıyım. Bazı adamlar,“Son elli yılın en iyi kitabını ben yazdım.” diyorlar. O, kendi iddiası muhteremin. Nâzım Hikmet’in memleketinde böyle laflar edilir mi?” O muazzam şiirlerinden hangi birinden bahsetmeli ustanın? ‘Anadolu’ mu? ‘Ay Karanlık’ mı? ‘Adiloş Bebe’ mi? ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ mi? ‘Terketmedi Sevdan Beni’ mi? Hangisi?Birinin diğerinden hatrı kalmaz mı?
2 Haziran 1991’de, yaşadığı kalp krizi sonrası hayata veda etti. Dağların şairi, Ahmed Arif… Geriye ise Leyla’sına Aşk’ı, dize dize şiirleri, sonrasında kitaplaşan mektupları ve şu arzusu kaldı: “Ben buralarda, bu hastanelerde, bu topraklarda değil; gene oralarda, Dicle kıyısında bir çadırda ölmek isterim...O kadar güzel ağıt yakar ki o kadınlar… Hiçbir müzik o kadar dokunaklı olamaz…”
Ahmed Arif, 95 yaşında. Aziz hatırasına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...