Her şeyi unutacağınızı bildiğiniz bir zamanda, son kez görmek isteyeceğiniz yer neresi olurdu? Veya kimin yüzünü görmek isterdiniz?

Live Twice, Love Once (Vivir Dos Veces), İspanyol yapımı, kuşak çatışması, aile kavramı gibi konular etrafında dönen sıcacık bir film. Filmin kahramanı Emilio, Valencia’da yaşayan emekli bir matematik profesörü. Kendisine alzheimer teşhisi konulduktan sonra kızı ve torunu ile daha çok yakınlaşıyor. Onların da desteğini alarak çocukluk aşkını bulmaya çalışıyor.

Çıktıkları yolculukta kızı, Emilio'ya Margarita'nın kendisi için ne anlam ifade ettiğini sorduğunda onun cevabı şöyle oluyor: “(…) Pi sayısı gibi… Matematiği çok seviyorum, çünkü saf mantıktan oluşuyor. Sayılar, mantıklı ve tahmin edilebilir. Ama aniden bu uyumun ortasında pi sayısı beliriyor. Gizemli bir sayı, canlı bir sayı. Hiçbir model izlemeden kendi yolunu yaratıyor. Bu, matematiği mantığa ve aynı zamanda sihire dönüştürür. Margarita benim için buydu. Sihir.”

***

Bugün dünyada 44 milyon alzheimer olan insan var... Devletler de insanlar gibidir. Yaşarlar büyürler ve ölürler. Ölmeden önce de bazıları bir bunama süreci geçirirler. Alzheimer için henüz bir tedavi bulunamazken, nadir olsa da devletler bundan kurtulabilir. Bunun son ve en büyük örneği Türkiye Cumhuriyeti'dir. Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dahi sayesinde yeni bir kimlikle kendine gelebilmiştir. Bu kimilerine göre bir mucize ya da sihirdir...

Ne yazık ki bugünlerde ülke olarak yeni bir bunama süreci içindeyiz. Geçmişte yaşanan her şey bizlere unutturulmak isteniyor. Sosyal devlet anlayışı, Köy Enstitüleri, tarımda kendi kendine yetebilen dünyadaki 7 ülkeden bir olma potansiyeline sahip olmamız, milli bayramlar ve Andımız bunlardan sadece birkaçı... O günlerde ülkemizi bölmek, parçalamak isteyenler bugün yine benzer oyunları oynuyorlar. İnsanları parayla satın alıyor, oyunun kurallarını değiştirmek istiyorlar.

'Yurtta sulh cihanda sulh' diyen bir ülkeden, komşularıyla geçinemeyen bir ülkenin bakış açısına geçerken unuttuklarımız yakın gelecekte başımızı çok ağrıtacak.

O zaman filmimizdeki Emilio'nun kızı gibi tarihi hatırlatmaya çalışalım. Bugün 18 Mart.

106 yıl önce bugün Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşları Birinci Dünya Savaşı'nın kaderini değiştirdi ve ulusal bağımsızlığımız için büyük bir adım attı. Çanakkale Cephesi'nin Anadolu halkına verdiği azim, umut ve kararlılık Kurtuluş Savaşı'nın meşalesini ateşledi. Çanakkale, Türk ulusunun bağımsızlık ve hürriyet söz konusu olduğunda ne denli kararlı ve kahraman olduğunu sonsuza dek anımsatacak bir 'anıtcephe' oldu.

Çanakkale zaferi iki aşamalıdır. Aslında Çanakkale de iki ayrı zaferimiz mevcuttur. 18 Mart tarihinde kutlanan Deniz Zaferi'dir. Nusret Mayın Gemisi ve boğaz da bulunan topçu bataryalarının başarısıdır. 25 Nisan 1915 tarihinde başlayıp Atatürk ve arkadaşlarının tarih sahnesinde yücelmeye başladığı kara savaşları ise 9 Ocak 1916 tarihinde zaferle bitmiştir. Ne yazık ki bugünler de 18 Mart Deniz Zaferi ile Kara Zaferi karıştırılmaktadır.

Nusret Mayın Gemisi'nin bir gecede imkansız gibi görünen bir görevi başarması ve Anadolu kıyısına 45 derecelik açı ile başlayan, yay şeklinde döşediği mayınlar ile boğaz girişindeki sığlıkları mayınlaması çok önemlidir. Sonrasında topçu desteği ile düşman donanması bu kıyıya yaklaşmak zorunda bırakılacak ve donanma en büyük kayıplarını burada verecektir. Bu Deniz Zaferi'nde devleşen isimler Seyit Onbaşı gibi kahramanlardır.

Çanakkale, bize unutturulmak istenen, terk etmemiz beklenen her durumda bakmamız gereken yerlerden biridir. Yıkılmayan son kaledir. Çanakkale, Türk ulusunun yüz binlerce insanını şehit vererek özgürlüğüne, yaşadığı topraklara bir kez daha aşık olduğu yerdir.

Ve Türk ulusunun bağımsızlık ve hürriyet aşkı sönmedikçe, kimsenin gücü bu toprakları parçalamaya ve bölmeye yetmeyecektir.