Planlar askıya çıktı, proje bilirkişisi uyarıyor:
Çeşme için, bu cennet yazlıkçı ve tatil beldesinin doğal yapısını olumsuz yönde etkileyecek olan projeye kaygı duyanların sayısı çığ gibi artıyor. Bu nedenle de projeye; “İzmir’in Kanal İstanbul’u” adı verildi. Eczacı İbrahim Yüncü: “Bu ülkede 1 Nisan yapmak istiyorsan, ‘Doğru Söyle’ demişti İlhan Selçuk dedikten sonra ekliyor, “Haklıymış, şakalar ile doğrular birbirine öylesine karıştı ki...” sözleriyle çoğumuzun Çeşme Projesi’nde gözümüzden kaçan bir ayrıntıyı anlatıyor.
Ecz. Yüncü’yü dinleyelim:
“Sözüm gençlere! Bakın sahip olduğunuz değerler vardır, elinizden gider ve bir daha yerine koymanız mümkün olmayabilir. Yeni projenin herkes planlamasını, betonlaşmasını konuşuyor ancak görmeniz gereken bir başka yönü var ki kaygılarımı korkuya dönüştürüyor. Bugün özgürce dolaşabildiğiniz yerlerde yarın izne tabi dahi dolaşamayabilirsiniz. Düşünün dünyada 240 ülkenin 30 tanesinden daha büyük bir alan bağımsız hale getiriliyor. Bilirkişi raporlarına göre; Çeşme ilçe sınırlarının yüzde 75’inden fazla bir alanın yüzde 65’inin doğal SİT, 6 bin hektarının yani 60 bin dönümünün orman alanı olduğu bir değer, kılık değiştirecek. 47 km büklüm büklüm doğal balık yatakları olan bir kıyı var arabanız ile geçecek olsanız bir saatlik bir zaman gerekir. Akdeniz Foku ve nadir tür kuşların barındığı koruma alanlarıdır burası.”
Ancak bir yönü var ki korkum şu:
Bilirkişi Av. Ömer Erlat diyor ki: “Bu alanın tamamı yetkili tek imza ile tek kişiye 99 yıllığına verilebilir. Medeni kanuna göre bu bir mülkiyet hakkı gibidir. Mülkiyet sahibi, isterse arazisine girmenize izin vermeyebilir. Şeytan diyor ki hani kanal İstanbul kalmadı, gel buradan verelim mi dendi?”
SONUÇ; Benim şahsi çok endişem var ancak bir tanesi daha çok! Doğanın yok sayıldığı bir ülkede jandarmanın bile girmek için izin talep edeceği böylesine serbest bölge, bir süre sonra kimlerin eline geçer? Kaygılanma demeyin! Bildiğiniz gibi kaygı, belirsizliği ifade eder. Korku, somuttur. Türkiye’nin son on yılında özelleştirilen tank palet fabrikaları, şeker veya kağıt fabrikalarının satış sonrası ne kıyafetler içine girdiğini gördüğüm için korkum. KORKU TÜNELİ içinden nasıl çıkarım, bilemiyorum.
---
40 bin gıda kolisi, 600 bin kişiye iftar yemeği, 68 bin aileye nakit para yardımı
İZMİR RAMAZAN'DA TARİH YAZIYOR
Ramazan kolisi, yemek paketi yardımı, nakit para yardımı ve iftar yemekleri ile, gıda paketi yardımları ile İzmir, pandemide ve yaşanan depremde olduğu gibi Ramazan'da da tarih yazıyor. Başkan Soyer, “Bu kentte hiç kimsenin kuru ekmek ile oruç açmasına izin vermeyeceğiz” sözleriyle Ramazan ayı boyunca, büyükşehir 600 bin kişilik iftar yemeği, 40 bin haneye gıda paketi dağıtılacağını ve 68 bin haneye hane başına 300’er lira olmak üzere toplam 20 milyon 400 bin lira nakit para desteğinde bulunulacağını açıkladı. Ayrıca Büyükşehir, iftar bereketini büyüterek, Ramazan sofralarına destek olmak isteyen yurttaşların Halkın Bakkalı web sitesi üzerinden 35 liraya satın alacağı iftar yemeği paketlerini ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak.
'SOFRAMIZI PAYLAŞACAĞIZ'
Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Tarih yazan İzmir dayanışmamızı bir adım daha ileri taşıyoruz. Giderek ağırlaşan yaşam koşulları nedeniyle temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan binlerce insanımızla Ramazan sofralarımızı paylaşıyor, iftar bereketini büyütüyoruz” dedi.
DEPREMZEDELER UNUTULMADI
Depremde evleri hasar görmüş ve Bayraklı’daki geçici konteyner alanında barınan vatandaşlar için haftada bir gün olmak üzere Ramazan ayı boyunca 4 bin kişilik iftar yemeği verilecek. Üniversite öğrencileri için Dokuz Eylül Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Katip Çelebi Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde günlük 3 bin kişilik olmak üzere toplam 90 bin kişilik iftar yemeği desteği sağlanacak. İftar saatinde evlerine yetişemeyecek yurttaşlar için Üçyol Metro, Halkapınar Metro ve Konak Metro istasyonlarında toplamda 30 bin adet kumanya dağıtılacak.
ULUSAL BASIN NEREDE?
Bir olay dikkatimi çekiyor. İzmir dayanışma-birlik-beraberlikte Türkiye’ye örnek olacak yardımlaşma kültürü ile tarih yazarken, yandaş medya zaten kullanmaz da, diğer yazılı-görsel medya da bu devrim niteliğindeki gelişmeleri görmezlikten geliyor. Başkan Tunç Soyer, bu kentin kırsalında küçük ve ekecek arazisi olmayan çiftçisine tam 13 bin küçük ve büyükbaş hayvan dağıttı, tek satır yok. Ama İstanbul’da 2000 torba ayçiçeği tohumu dağıtılıyor, televizyonlarda dakikalarca yer alıyor. Böyle adalet, böyle hakkaniyet olur mu? Ama biz İzmiriz. Başkanımız Tunç Soyer de bizler de farklıyız.
---
Başbakan, muhalefet koalisyonuna rağmen, seçimi açık farkla, yüzde 53 oy oranıyla kazandı.
6’LI MUHALEFETE DERS OLMALI
Macaristan’da 3 Nisan’da seçimler yapıldı. Bu ülkede de siyasi gelişmeler, daha doğrusu muhalefetin durumu ülkemizdeki gibiydi. 6 parti muhalefet koalisyonu oluşturmuştu. Bizde ki gibi... Ülkeyi baskıcı bir rejimle yöneten Başbakan Viktor Orban Fidesz karşısında altı muhalefet partisi güçbirliği yapmıştı. Bizdeki gibi… Ortak aday çıkaracaklardı. Bizdeki gibi… Ama daha önce Orban’a rağmen seçim kazanmış Budapeşte Belediye Başkanı'nı değil, üzerinde anlaşma sağlayabildikleri Hodmezövasarhely Belediye Başkanı Peter Marki-Zay’i aday gösterdiler. Bizdeki gibi… (İmamoğlu yerine Kılıçdaroğlu düşünülüyor.)
SONUÇ: Orban, muhalefet koalisyonuna rağmen, Pazar günü üst üste dördüncü defa girdiği seçimi açık farkla, yüzde 53 oy oranıyla kazandı. İlk açıklaması “Aydan da Brüksel’den de görülebilecek kadar açık bir zafer” oldu. Muhalefet ittifakı yüze 35’te kaldı. Oysa yapılan anketler muhalefetin oy oranını tutturmuş görünüyordu. Bizdeki gibi… Peki ne olmuştu da seçim öncesinde Orban’a oy vermeyeceğini söyleyen seçmen ona dönmüştü?
BİZDE DURUM FARKLI AMA…
Türkiye ve Macaristan’ın koşulları çok farklı kuşkusuz. Örneğin Macaristan, Türkiye gibi ciddi bir ekonomik krizden geçmiyor. Ancak muhalefet kazansaydı, bu durum, altılı ittifak örneğinden hareketle örnek gösterilecekti. O nedenle Macaristan sonuçlarını tahlil etmekte yarar var.
- Orban seçimlere giderken muhalif medyayı bastırmaya, bastıramadığını satın almaya başladı. Seçim yasalarını değiştirdi. Muhalefetin seçim yasalarının adil olmayacağı propagandası geri tepti ve bir kısım muhalif seçmenin sandığa gitmemesine yol açtı.
- Yakın zamana dek muhalefetin Budapeşte’nin Orban’a rağmen seçim kazanan Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karacsony’yi aday göstereceği beklentisi vardı. (Ekrem İmamoğlu gibi) Ancak altı partinin üzerinde uzlaşabildiği aday Marik-Zay oldu. “Seçilebilecek” değil, “üzerinde uzlaşılan” aday tercihi muhalefete oy kaybettirdi.
- Orban’ın neredeyse tamamını kontrol ettiği medya üzerinden yürüttüğü LGBTQ-karşıtı ve AB siyasetini ona bağlayan propaganda sonuç verdi. Budapeşte’de geriye düşen Orban, taşra oylarıyla kazandı.
KRİZ YETMEYEBİLİR
Türkiye’de Erdoğan-karşıtı havanın güçlenmesinin iki temel neden var. Birincisi 2010’dan bu yana kademeli olarak yükselip 2017’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tek adam yönetimine ve oligarşik yapıya doğru evrilen yönetim tarzı. İkincisi de 2013-2021 arası izlenen dış politika ve 2018 seçimlerinden itibaren izlenen ekonomi politikası nedeniyle içine sürüklendiğimiz ekonomik kriz. Ancak ekonomik ve siyasi krizler tek başına iktidar değişikliği getirmiyor; muhalefetin seçmene kendisinin düzelteceğine dair güven vermesi de gerekiyor.
SEÇİLEBİLECEK ADAY SORUNU
Muhalefetin en önemli sorunları arasında seçilebilecek adayın saptanması geliyor. Bütün partilerin üzerinde anlaşabilecekleri, herkesin içine sinen aday, seçilebilecek aday olmayabilir. Kürt seçmenin oyunu alabilecek bir aday ortaya çıkarılması da en önemli etkenler arasındadır. Sanırım “kazanabilecek aday” muhalefetin önündeki en önemli sorunudur.
Kaynak: Murat Yetkin…
OYUN ALANINA MI DÖNÜŞÜYOR?
Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimi üzerine başlatılan yaptırımların birçoğu zengin Rus oligarkları hedef aldı ve milyarlarca dolarlık zarar verdi. İlginçtir, bu arada Avrupa ülkelerinde yatırımları üzerinde risk ortaya çıkması üzerine yeni ülke ve yerler arayan oligarklar için Türkiye ev sahibi olabileceğinin işaretini verdi. İngiltere ve Avrupa Birliği'nin mali yaptırım listesine aldığı Rus oligark Roman Abramovich'in haftalardır Türkiye’de ve ülkemizde ticari faaliyetlerini güvenli olarak sürdürebilmek için nabız yokluyor. Nitekim 'süper lüks' yatı uzun süredir Muğla'nın bir Datça, bir Marmaris ve son iki gündür de Bodrum’da demir attı. Peki Türkiye Rus oligarkların ülkemize yerleşmelerine sıcak bakıyor mu? Evet! Bunu nereden anlıyoruz? Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rus oligarkların Türkiye'ye gelmesi konusunda "Bizim prensip olarak tutumumuz şudur, ülkemizde yasal olan tüm aktivitelere izin veriyoruz. Yasal olmayan faaliyetlere de müsaade etmiyoruz" sözleriyle açıkladı.
Türkiye Ukrayna'daki savaşta taraflar arasında ince bir çizgi izliyor. Bir yandan Moskova'nın kışkırtma olmadan kalkıştığı işgal girişimini sert şekilde eleştirirken, ABD, AB ve İngiltere'nin uyguladığı yaptırımları hayata geçirmiyor. Geçirmeye de niyeti yok. Onun yerine kendine tarafsız aracı rolü biçen Ankara, Rusya ile Ukrayna arasındaki barış görüşmelerine olanak sağlayarak, 2023 seçimleri öncesinde hem içte hem de dışta beğeni kazanmayı amaçlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için büyük önem taşıyor.
BATI'NIN HOŞGÖRÜSÜ AZALABİLİR Mİ?
İç siyasetin dışındaki en önemli faktörlerden biri ise ekonomi. Türkiye'nin tarafsız bir tutum takınmaya çalışması Rusya ile özellikle enerji, savunma, ticaret ve turizm açısından yakın ekonomik ve diplomatik ilişkilerinin bulunması sebebiyle anlaşılır sayılabilir. Batılı ülkeler de Türkiye üzerinde yaptırımlara katılma konusunda baskı ya da katılmadığı için cezalandırma yoluna gitmemesi de bu anlayışa işaret olarak görülebilir. Ancak Türkiye'nin yaptırım uygulanan Rus servetini aktif şekilde teşvik eder hale gelmeye başlamasının Batı'nın hoşgörüsü azaltabilir, dikkatli olmak lazım. CNBC'ye konuşan siyasi risk danışma şirketi Euroasia Group Türkiye uzmanı Emre Peker, oligarkların yalnızca yatlarını "park ederse" bir sorun olmayacağını ifade ederek, "Ankara, Türkiye'nin yaptırım bozma alanı haline gelmemesi gerektiğinin idraki içinde ve bunu önlemek için çok dikkatli olacaktır" yorumunu yapıyor.
Çünkü Peker'e göre Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı Türkiye'deki ekonomik durumu daha da riskli hale getirdi. Peker bu riskleri, “Daha da yükselen enflasyon baskısı Türkiye ekonomisi istikrarsızlaştırıyor. Yaptırımların yansımaları dış turizmin üçte birini oluşturan Rusya ve Ukrayna'dan gelecek turizmi azalttı ya da durdurdu. Ve Türkiye'nin Ukrayna ve Rusya'ya yatırımlarını etkiledi” diye sıralıyor.