Şu halimize, şu ülkeye bakar mısınız? Bir sanatçımız yeni bir şarkı çıkardı, siyaset tiyatrosunun aktörleri ve bilumum figüranlarla seyirciler birbirlerine girdiler. Şarkı, toplumu yine karpuz gibi çatlattı ama bu defa ortasından değil. İktidara ancak karpuzun üçte biri sayılabilecek bir parça düştü. Öfkelerinin, tedirginliklerinin, çaresizliklerinin nedeni de bu zaten.
'Bu günler geçecek' diyor Tarkan, toplumcak içine düşürüldüğümüz karamsarlık, umutsuzluk, çökmüşlük ruh haline gönderme yaparak, ama asıl umut vermeye çalışarak. Şarkı neden bir anda 10 milyonlara ulaşıyor? Çünkü kitlelerin ruh haline ve umuda tutunma ihtiyacına cevap veriyor, geniş kitlelerin sesi oluyor da ondan.
Kitlelerin sesi, çığlığı dört bir yanda yankılanmasaydı; sularına, topraklarına el konan köylüler, iflas eden tarımcılar, açlık ücretine mahkûm işçiler, sendikal hakları ellerinden alınan, kapıya konulanlar, işsiz gençler, kepenk indiren esnaf, sadece eşitlik değil can mücadelesi veren kadınlar, üniversitelerine el konan, cehalete teslim edilmeye çalışılan öğrenciler, dönemin mağduru sağlık emekçileri, ekmek kuyruklarında bekleşen halk, bıçağın kemiğe dayandığı noktada baskıyı, zulmü göze alıp çığlıklarıyla, eylemleriyle isyanlarını yansıtmasalardı Tarkan veya başka bir sanatçı 'Geççek'i seslendiremezdi.
Demem o ki, 'geçecek' çığlığı kitlelerin çığlığıdır ve sanatçılar o çığlığı duydukları, büyütüp yansıttıkları ölçüde halkın sanatçısı olurlar. Tarkan'ın sesiyle 'Geççek' diyen, kötü günlerin sona ermesini dileyenler, umuda ihtiyacı olan halk kitleleridir. Ve onların sesi ne kadar gür yankılanırsa kötü günler o kadar çabuk geçer.
PEKİ NASIL GEÇECEK?
Altı muhalefet partisinin bir masa etrafında bir araya gelmeleri iktidar cephesinde tedirginlik, muhalefet cephesinde kısmî bir umut ve iyimserlik havası yarattı. Kavga etmek yerine oturup konuşmak, anlaşma kararı aldılar. Tabi ki kötünün iyisi!.. Ama bu ittifak, kitlelerin güvenini kazanıp önce umut sonrasında da iktidar olabilmek için arkasına milyonları almak zorunda. O milyonlar hazırlar, bekliyorlar, dört bir yandan “Biz buradayız, bizi görün, duyun” diye bağırıyorlar. Kitle gücünü yitirmekte olduğunu fark eden iktidarı, 'mış gibi' yaparak da olsa göstermelik bazı adımlar atmaya zorlayan onların sesi ve eylemleridir.
Muhalefet, kendini bu sesi, bu eylemleri toparlayıp yönlendirmekle yükümlü kılmalıdır. Meclis'te laf yetiştirmek, grup toplantılarında fiyakalı nutuklar çekip medyatik atraksiyonlar yapmak, muhalif sayılan birkaç televizyon kanalında bıktırıcı eleştirileri, ezberleri tekrarlamak kendimize gaz vermekten, kendi mahallelerimize propagandadan öteye geçmez. Mesele sokağı toparlamakta, kitleyi harekete geçirebilmekte, dosta düşmana 'Milyonlar bizim arkamızda' mesajını inandırıcı biçimde verebilmekte.
Nasıl mı? Önce sokaklarda, meydanlarda, tarlalarda, fabrikalarda, grev alanlarında, direniş noktalarında kaç parti iseniz, üç mü, altı mı, tek tek değil, topluca ses ve eylem birliği yapmak. Kitlelerden ve sokaktan korkmamak, onların içinde, onlarla birlikte mücadele ettiğinizi ele güne göstermekle kolları sıvayabilirsiniz. Tekrar ediyorum; bugünlerin geçmesini istiyoruz ama bu karabasan kitlelerin gücü, milyonların birleşik sesi olmadan “geççek” demek için erken. Ha diyorsanız Tarkan ile başlayalım. Ona sözüm yok. Ancak "geçmesi" için milyonlara umut ve güven verebilmek için "Beş benzemez" de yetmez, toplumun bütün renklerini buluşturmak; milyonların umut ve taleplerini, hiçbir kesimi dışarıda bırakmaksızın ortak yaşam potasında eritebilmek gerekir. Bunu sağlamak sadece ittifak partilerinin değil hepimizin; sağ-sol, Türk-Kürt, dindar-laik, zengin-yoksul, vb. parlamenter sistem üzerinde anlaşarak, ardından seçim ittifakı yaparak ülkenin demokratikleşerek kurtulmasını isteyen herkesin, her kesimin, her siyasetin acil görevidir.
---
Öğrenci yok, hoca çok ne iş yaparlar; o’nu bilen de yok!
Lütfen okuyun ve yarının gençlerini, bu ülkeyi yönetecek olan gençlerimizin öğrenim gördüğü üniversitelerimizin yürekler acısı durumunu görün. Güler misiniz, ağlar mısınız tam da böyle!
EGE ÜNİVERSİTESİ İÇİN BÜYÜK AYIP
Sayıştay raporuna göre, kayda değer öğrencisi olmayan; Ege Üniversitesi Su Ürünleri Mühendisliği bölümünde, 40 profesör, 32 doçent, 6 yardımcı doçent olmak üzere 108 akademik personel görev yapıyor. Ege Üniversitesi Su Ürünleri Mühendisliği bölümünde görevli profesör ve doçent sayısı Adıyaman, Siirt, Mardin ve Munzur Üniversiteleri başta olmak üzere Anadolu’daki birçok üniversitesinde görev yapan profesör ve doçent sayısından daha fazla. Ahlayacağınız ülkemizin medahar-ı iftiarı olan Ege Üniversitesi’nde öğrenci kıt, hoca bol. Ne iş yaparlar; bilen ise yok!
SİNOP SU ÜRÜNLERİ FAKÜLTESİ
Sayıştay raporuna göre, 41’i akademik, 29’u idari olmak özere 70 personele sahip Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’ne fiilen devam eden öğrenci sayısı birinci sınıfta 4, ikinci sınıfta 3, dördüncü sınıfta 2 olmak üzere sadece 9 öğrencidir. Bir başka ifade ile öğrenci başına düşen öğretim sayısı 4.5’tir. Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nde öğrenci başına yapılan yıllık harcama ise miktarı Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenci başına yapılan harcamanın 2 katından fazladır.
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
9 profesör, 3 doçent, 4 yardımcı doçent çok sayıda araştırma görevlisinin yer aldığı Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne bağlı Sürmene Balıkçılık Teknolojisi Mühendisliği bölümü, 26 öğrenci kontenjanına karşılık hiç tercih edilmemiş. Mühendislik bölümünde okuyan öğrenci yok ama öğretim üyesi çok. Ve her ay düzenli maaş alıyorlar. Yetmiyor, öğrenci yok, ders yok özel sektöre danışmanlık yapıp proje hazırlayıp ikinci bir maaş alıyorlar. Tunceli su ürünleri bölümünü ise bir öğrenci tercih etmiştir.
SÜLAYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
10 profesör, 7 doçent, 6 yardımcı doçent 32 akademik personele sahip Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Eğridir Su Ürünleri Fakültesi de hiçbir öğrenci tarafından tercih edilmeyen bir diğer su ürünleri bölümü.
DİĞERLERİNİN DURUMU
Yine Sayıştay raporuna göre:
*Tunceli’deki Munzur Üniversitesi’nin 4 fakültesi ve 3 meslek yüksek okulunun 33 bölümünde,
*Bayburt Üniversitesi’nin 5 fakülte ve 5 meslek yüksekokulunun 38 bölümünde,
*Giresun Üniversitesi’nin 7 fakülte ve 14 meslek yüksek okulunun 117 bölümünde,
*Dicle Üniversitesi’nin 9 fakülte ve 8 meslek yüksekokulunun 62 bölümünde, -şimdi sıkı durun- eğitim gören öğrenci yok!
Yetmiyormuş gibi, Sayıştay’ın inceleme yaptığı 2017 yılında 20 üniversitenin 100’ü aşkın fakülte, yüksekokul ve enstitüde kayıtlı tek bir öğrenci YOK. Ve bir çok fakültede akademik personel sayısı, öğrenci sayısını misliyle geçmiş durumda. Eeeee, kayınço, damat, eş, kız, erkek çocuk, enişte, dayı, teyze, amca bu kadar bol olursa, imam hatiplerden bu kadar mezun çıkarsa, kurarsın üniversiteyi, atarsın yandaşları, öğrenci varmış, yokmuş kimin umurunda ki?
Madalyonun bir de diğer tarafı var. O da Sayıştaş raporundan…
- 273 öğrencinin eğitim gördüğü ODTÜ Petrol Mühendisliği bölümünde 4 profesör, 1 doçent, 1 yardımcı doçent, 466 öğrencinin eğitim gördüğü Uzay ve Havacılık bölümünde 7 profesör, 5 doçent, 8 yardımcı doçent görev yapmaktadır.
-Öğrenciler tarafından tercih edilmeyen, kontenjanlarının yüzde 10’unu bile dolduramayan, öğrencisi olmayan bölümler için yüzlerce, binlerce akademik ve idari personel görevlendirilirken, söz konusu bölümler için yüz milyonlarca TL harcama yapılırken, gençlerimizin ilk tercihi olan ODTÜ ve Boğaziçi gibi üniversitelere ne yeterli kadro ne de yeterli bütçe tahsis edilmediğinden, söz konusu üniversitelerimiz kan kaybediyor ve her yıl dünya sıralamasındaki yerleri gerilere gidiyor.
- Sonuçta dünyanın en saygın üniversite derecelendirme kuruluşları arasındaki Times Higher Education (THE) açıkladığı 2018 yılı dünyanın en iyi üniversiteler sıralamasında, ilk 350 üniversite arasında maalesef ülkemizden hiçbir üniversite yer almadığı görülmektedir.
- Aynı değerlendirme kuruluşunun 2014-2015 yılı için açıkladığı dünyanın en iyi üniversiteler sıralamasında ülkemizden tam 6 üniversite ilk 350 üniversite içinde yer alıyordu.
-. (ODTÜ 85, Boğaziçi 139, İTÜ 165, Sabancı 182, Bilkent 201 ve Koç Üniversitesi 301’ci sırada yer almıştı.)
- Times Higher Education’un 2014-2015 yılı için açıkladığı dünyanın en iyi 250 üniversitesi sıralamasında, Türkiye, İtalya ve Belçika ile eşit düzeyde, Rusya ve İsrail’in önünde yer alıyordu.
Bugün ise İran ve Suudi Arabistan’ın gerisindeyiz. Korkarım 2023'de ilk 1000 arasında hiç üniversitemiz olmayacak.