BUGÜN 23 NİSAN, NEŞE DOLAMIYOR İNSAN!
15 yaşından küçük çocukların yaklaşık dörtte biri yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Yaklaşık 4 milyon 600 bin çocuk! Hiçbiri tek söz söyleyemiyor, lehte ya da aleyhte ağızlarından tek söz çıkmıyor, sadece ve her zamanki gibi, çözüm muhalefetten geliyor, otomatiğe bağlanmış olarak, AKP ile MHP milletvekilleri ellerini "Hayır" oyu için havaya kaldırıyor. Tek bir söz etmeden, söyleyecek tek söz bulamıyorlar. Oysa, 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik Bayramı öncesinde, ne var ki, çok acı. Çünkü çocuklar aç, çocuklar yoksul. Çünkü, aileleri yoksul.
O kadar ki: “Son bir yıl içinde marketlerde çocuk mamalarına, çocuk bezlerine alarm takılıyor, aileler çocuklarına bakamıyor, para yok ve o nedenle mamaları ve bezleri belki...”
ACİL DURUM İLAN EDELİM
Şu faciaya bakar mısınız? 0 - 6 yaş grubu için yasa önerisi şunu öngörüyor: “Özellikle 0 - 6 yaş arasındaki çocukların aç kalmasını önlemek, onların temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere, her türlü acil durum, afet ve salgın hastalık dönemlerinde olduğu gibi yoksul ve muhtaç ailelere yardım edilmesi...”
Malum, çocuklar aç, malum şimdi salgın dönemi. Bu verilere AKP ve MHP'lilerin vereceği iki yanıt var:"1-Susmak. 2-Yoksul ailelerin çocuklarına yardımı geri çevirmek.” Onlar da, zaten bunu yapıyor.
Dolayısıyla o klasik, o tarihimize ve hayatımıza nakşedilmiş söylem: "Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan!.." Hayır, artık her yönüyle geride kalıyor. "Bugün 23 Nisan, neşe dolamıyor insan!.."
SAVAŞ VE İSYAN BİRAZ DA TARİH...
23 Nisan 1920'ye doğru giderken... "Ulusal egemenliğin" başlangıcına ve perçinlendiği güne giderken... Fransızlarla 29 Aralık 1919'da Maraş'ta, 17 Ocak 1920'de Urfa'da çarpışmalar var. İşgal kuvvetleri 16 Şubat 1920'de ikinci kez 'Anzavur isyanını' tezgahlıyor. 13 Nisan'da Bolu ve Düzce, 19 Nisan'da, TBMM'nin açılışından dört gün önce Beypazarı'nda, yani Ankara'nın hemen dibinde isyanlar patlıyor, “Ulusal Kurtuluş Savaşı'na karşı isyanlar.”
“Daha Meclis toplanmadan, o toplantıyı baltalamak, özünde Ulusal Kurutuluş Savaşı'nı engellemek üzere... 1920 yılında yirmiden fazla isyan çıkartılıyor.” Ne gam!..
GERİ DÖNMEK YOK
Mustafa Kemal ve arkadaşlarını hiç bir engel o ulu amaçtan, Kurtuluş Savaşı'nı kazanmaktan, sonunda Cumhuriyet'i kurmaktan geri çeviremiyor. Mustafa Kemal, "ulusal egemenlik" diyor da, başka bir şey demiyor! Ve ne yazık ki bugün bu tarih görmezlikten geliniyor, Mustafa Kemal'e saldırılar, aslında kendi varlıklarına saldırılar, kendini inkar eksik değil. Bir de, o saldırılar nedeniyle: "Bugün 23 Nisan, neşe dolamıyor insan!.."
TÜRKİYE'NİN MOZAİĞİ
Mustafa Kemal TBMM'yi açarken o ünlü söylemiyle, "Efendiler!.. Heyetiniz Türklerden, Kürtlerden, Lazlardan, Çerkezlerden müteşekkildir" derken, Birinci Meclis'in Türkiye'de yaşayan bütün etnik unsurları temsil ettiğini dile getiriyor. Ayrıca, o Meclis'te yer alan milletvekillerinin meslekleri ve niteliklerine bakıldığında; “8'i tarikat şeyhi, 10'u aşiret başkanı, 6'sı din adamı, 6'sı gazeteci, 29'u avukat, 5'i asker, 2'si mühendis, 15'i hekim, 46'sı çiftçi, 36'sı tüccar, 119'u memur ve emekliydi. Aralarında komünistler, liberaller, gericiler ve tesanütçüler bulunuyordu.” (Prof. Dr. Feridun Ergin, K.Atatürk, s.102). Dolayısıyla, Atatürk'e bulaştırılmak istenen "dinsizlik" yaftası yobazlıktan öteye gitmiyor. Sadece milletvekillerinin meslek ve inançları değil, onun çok ötesinde, Mustafa Kemal'in kaleminden çıkan, Birinci Meclis'in açılışındaki törenin ayrıntıları, O'nun dine verdiği önemin tarihsel belgesidir.
EN DEMOKRAT MECLİS
Bütün tarihçilerin üzerinde tam anlamıyla anlaştıkları çok önemli bir gerçek daha var: Birinci Meclis, gelmiş geçmiş en demokrat Meclis!.. Her görüş özgürce dile getiriliyor, her konu özgürce ve serbestçe tartışılıyor. Çünkü, ulusal egemenlik! Her konuyu, her olayı denetleyen, karar veren bir ulusal irade! Günümüzle uzak-yakın ilgisi olmayan tarihsel gerçekler dizisi! Savaşırken bile, isyanlar çıkarken bile, ulusal egemenlik!
Mustafa Kemal 23 Nisan'ı çocuklara armağan ediyor. Ulusal egemenlik bayramı ilan ediyor. Bugün ne çocuklar mutlu, ne ulusal egemenlik etkili. Onun için; “Bugün 23 Nisan, neşe dolamıyor insan!”
Oysa, bir zamanlar, Yahya Kemal'in deyişiyle, çocuklar gibi şendik…
---------------------------------
İZMİR'DE NERESİ NEDİR?
Oktay Gökdemir’in anlattığı gibi İzmir; semt, meydan ve cadde adlarıyla adeta bir Milli Kurtuluş Savaşı Müzesi gibidir. Örneğin Alsancak bir semtin adı değildir. O semte adını veren, “Al Sancağımızı” anlatır bize. Çanakkale Savaşı'nda 57. Alay Marşı olarak bilinen, Rıfat Bey'in bestelediği güftenin ilk satırları şöyledir: “Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı/ Al sancağı teslim etti, Allah'a ısmarladı.”
Alsancak adı verildiği semte Milli Kurtuluş savaşımızın simgesi olarak verilmiştir.
Türk süvarileri 9 Eylül'de kente şimdi Yenişehir'de olan Kervan Köprüsü üzerinden girdiler. Onun için o caddenin adı “Gaziler”.
Sonra Altınpark yolu üzerinden hükümet konağına indiler. Onun için Altınpark'tan başlayan caddenin adı “Anafartalar”.
Basmane yolu üzerinden de bir başka süvari gurubu girdi. Onun için o caddenin adı “Mürsel Paşa”. Devamı “Fevzi Paşa”.
Kapılar'da kente girişi sağlayan ana arterler vardı. “Kapılar” adı da oradan geliyor.
Sonra Basmane'de Altınpark'ın tam girişinde “Muzafferiyet-i Milliye” fırını var.
Ali Çetinkaya Bulvarı, Fahrettin Altay Meydanı, Vasıf Çınar Meydanı, Lozan, Montrö meydanları...
Ve tabi ki Cumhuriyet Meydanı. Fuarın olduğu yer eski İzmir'de Ermeni mahallesiydi. Büyük İzmir yangınından sonra orası imar edildi, Kahramanlar semti doğdu. Fuarın iki kapısına Lozan ve Montrö dendi. Diğerlerine 26 Ağustos ve 9 Eylül. Mustafa Kemal Sahil Bulvarı ve Atatürk Stadı...
Sonra Hatay ana vatana katılınca İzmirliler, o dönem bu yeni yerleşim bölgesinde sevinçten Hatay semtini kurdular.
Ne mi anlatıyorum değerli dostlar? Türkiye'nin hiç bir kentinde milli mücadeleyi ve Cumhuriyeti, sokağında, bulvarında, caddesinde, meydanında, semtinde bu denli yansıtan başka bir kent bulamazsınız. İzmir, canlı ve açık bir Kuva-yı Milliye ve Cumhuriyet müzesidir. Nazlı ve edalı bir Cumhuriyet çiçeğidir. Onun için yıllardır direniyor.
NE SAVAŞ NE DE DIŞ GÜÇLER!
Kimse, savaşa, dış güçlere bağlamasın. Bakmayın siz enflasyonu, işsizliği, gıda-meyve-sebzedeki mega fiyat artışlarını, Rusya-Ukrayna savaşına bağlayan yazar-çizerlere. Onlar, maalesef yaşadığımız ekonomik krizin gerçek yüzünü gizliyor. Çünkü, bunun, sorunları halı altına süpürmekten farkı yok.
TEMEL SORUN
Türkiye’de temel sorun arz/ talep dengesinde yaşanan açmazdır. Üretmeyen toplumların tüketmeye hakkı yoktur. Biz de, üretim planlamasında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Belki, enerji girdi maliyetlerindeki artışı savaşa bağlayabiliriz. Ama diğerleri masal! Düşünsenize, ihracatı bir dönem yasaklanan limon tarlada bedava verilmek isteniyor, alıcı bulamıyor. Üretici ağza üzerinde telef olmuş limonu imha etmek için üste ödeme yapıyor. Limon markette 8.49 lira. Bir zamanlar ihraç ettiğimiz şeker... Şeker pancarı üretimi sabote edildiği, fabrikaları özelleştirilme adı altında devredildiği, NBŞ ithali ve şeker ithali yapıldığı için “şeker krizi” yaratıldı. Bugün şeker ithalatı konuşuluyor. İhracat odaklı bir politika ile ekonomi düzeltilmek istendi heyhat! Üretici her gün değişen çoğunlukla aleyhine gelişen işçilik, hammadde ve enerji girdi fiyat değişikliğinden maliyet muhasebesi yapamıyor. Dün verdiği ihraç fiyatları İle bugün zarar ediyor. Yeni fiyatları müşteri beğenmiyor. Başka tedarikçiler arıyor. Pazar kaybediyoruz.
HALK DA DEVLET DE FAKİRLEŞTİ
Ülkede güven endeksi düşüyor. Güven olmayan bir ortamda yatırım olmaz, ticaret yapılamaz, sosyal bunalımdan kaçınılamaz. KDV ve diğer vergi indirimleri ile gelir garantili Yap-İşlet-Devret modeli ile hazine ödemeleri devleti fakirleştirmektedir. Oysa devlet finansal olarak güçlendirilmelidir. Kur korumalı mevduat hangi bireyleri zengin etmektedir? Bedelini millet ödemektedir. Çözüm: Acilen güven kazandırıcı bir politika uygulanmalı. Ötekileştirme son bulmalı, ülkemiz insanları millet geçmişte başardığı Kuvâ-yi Milliye ruhu İle birlik ve beraberlik içinde kalkınma seferberliği ilan edilerek kendine dönmelidir. Bu ruh 1974 sonrası uygulanan ambargo ile yenilenmişti. Neden tekrar top yekün bir kalkınma seferberliği yapamayalım? Millet bu programı planlayıp, yapabilecek liyakat sahibi kadroları bekliyor. O kadrolar siyaset sahnesinin yıpratıcı davranışlarından korkup maalesef göreve talip olamıyor. O zaman bu kadroları önümüzdeki seçimlerde yüreklendirelim.