Dilimizi “doğru ve güzel” kullanmak çoğumuzun başta gelen kaygısıdır. Doğruluk, dilbilgisi kuralarına uygunlukta, güzellikse daha çok ses düzeninde ya da seslendirme biçiminde aranıyor. Söz gelimi Türkçeyi “en doğru ve en güzel” kullananın Zeki Müren olduğu konusunda nerdeyse ulusal görüş birliği içindeyiz. Ama bir de hepimizin Zeki Müren gibi konuştuğumuzu düşünün! O zaman gerçek dünyamız, bir tiyatroya dönüşmez miydi?
Herkes anadilini doğru bilir ve doğru kullanır ya da en azından doğru kullanma yetisini taşır. Hiç değilse doğru üretilmiş bütün sözleri anlar. Bilmediği sözcük ve kavramlar olabilir. Ama o bir eğitim sorunudur. O nedenle ben dilde doğru-yanlış eleştirisi yapmaktan genellikle kaçınırım.
Dünyada en güzel, en ince, en ezgili, en kaba, en zengin; öğrenilmesi en kolay, en zor dilin hangisi olduğunu sorgulamak da bizde sıklıkla raslanan bir yaklaşımdır. Oluşturduğumuz genel yargıya göre, dünyanın kulağa en hoş gelen dili Fransızca, en kabası da Almancadır(!). İngilizce ise, belirgin özelliği olmayan bir dünya dilidir. Fransızca beğenilen özelliğine karşın, öğrenilmesi çok güç bir dildir; buna karşılık İngilizceyi öğrenmek işten bile değildir(!). Bu açıdan yabancı dil öğrenmeye çok istekli görünen birisi bana “İngilizce, öğrenme-me-ye değmez çünkü çok kolaydır”(!) demişti. Bu tür genelleyici önyargılar ciddi bir deneyim ürünü olamaz elbette.
Çünkü bütün bunlar dilsel iletişimin temel ve kalıcı niteliğini belirlemez. Diller arasındaki ayrımı yaratan şey kullandıkları anlatım araçlarıdır: Descartes’ın 17. yüzyılda usçuluk ilkesini ortaya koymasından bu yana, giderek daha bilimsel ve daha derinlemesine yürütülen incelemeler, dünyadaki bütün dillerin aynı temel kurallara göre işlediğini doğrulamaktadır.
***
Bu yazıda özellikle dilde “güzellik” kavramına değineceğim: Gündelik iletişim aracımız olan doğal dil, güzelduyusal değil, işlevsel bir dizgedir; temel varlık nedeni budur. Ama dilsel iletilerde güzelliğin de amaçlanması doğaldır, çünkü herkes dili kullanma biçiminde özgürdür. Bu güzellik bir raslantı ürünü olabileceği gibi, algılama biçimi de kişiden kişiye değişebilir. Ama şöyle ya da böyle iletilerde algılanan güzellik izlenimi, iletişim için zorunlu olmayan bir dış niteliktir.
Amaçlı ya da amaçsız, aynı izlenimi uyandıran sözler yazınsal da bulunabilir, dahası öyle olabilir. Bunun en belirgin örneklerinden birisi, 17. yüzyıl Fransız kadın yazarlarından Madame de Sevigné’nin çok içten duygularla kızına yazdığı coşumcu (lirik) mektuplardır. Öyle ki geleneksel yazın türlerine bir de “mektup yazını” (littérature épistolaire) eklenmiştir.
Anlatımı oluşturan iletinin biçimi şiirsel de olabilir. Ancak şiir için, ne kulağa hoş gelme, ne herhangi bir güzelduyusal öğe, ne de duygusallık zorunlu değildir. İster işitim, ister okuma yoluyla algılansın, bir betiğin ses düzeni de şiir için vazgeçilmez değildir. Örneğin dünyanın en büyük ozanlarından sayılan Stéphane Mallarmé, “Bir şiirin tadına varmanın en iyi yolu, onu sessiz okumaktır” der (Şiiri bir tür tiyatro gösterisine araç yapan “şiir dinletisi” düşkünlerinin kulakları çınlaşsın!). Çünkü orada söz konusu olan şey, doğal dilin öğeleriyle kurulan bir başka dildir. Şiir adına, ister bilerek, isterse raslantıyla elde edilen şey, işte bu ikinci dildir.
Amaçlı bir biçimde şiir yazıyorum diyerek dizeli anlatım yoluna başvuran birisinin elinden ille de şiir çıkmayabilir, çünkü dize de şiirin vazgeçilmez bir öğesi değildir. Tersi de doğru: Bilgi alışverişi amacıyla yazılmış dizesiz betikler, üst düzeyde şiirsel nitelik ortaya koyabilir. Kaldı ki düzanlatımla şiir yazmış olan kimi büyük ozanların, örneğin Charles Baudelaire’in öncülüğünü yaptığı bu tür şiirler, yazın tarihinde bir devrimi belirler. Ben buna bir çalışmamda “düzanlatım şiiri” demiştim, ama bizde öteden beri genelleşen terim düzyazı şiiri’dir. Başta Melih Cevdet Anday ve Veysel Çolak olmak üzere, kimi ozanlarımız “düzanlatım”ı tuttu.
Şiirin kendine özgü iç düzeneğinin ortaya konulması bir yana (ki bu, çağdaş şiir kuramının temel konusudur), şiir dışı betikler ilgiyi dış dünya olgularına, şiirse kendisi üstüne çeken bir söylem türüdür.
***
Buraya bir not düşeyim: Şiir kuramı gerçek ozanlara nasıl şiir yazılacağını önermez; onlar için gerekli olan şey, özgürlüktür.