“Sahib ve Müdürü: Haydar Rüşdü, İdâre-hâne: Frenk Mahallesinde İsponti Ferhânesinde Dâire-yi Mahsûsa” olan “Her gün akşamları çıkar” Duygu gazetesini duydunuz mu? Efdal Sevinçli Duygu gazetesinin hikayesini yazı

Çok yakın zamana değin adı bilinen ancak varlığına ilişkin hiçbir iz bulunamayan Duygu’nun, Anadolu’nun “kardeş” gazetesi olduğunu biliyorduk. Basın tarihimizde adı Vakit gazetesiyle bütünlenen Gördesli Hakkı Tarık Us’un topladığı, yılların birikimi olan Osmanlı/Türkçe süreli yayınlar koleksiyonu, yok olmaya ramak kala, Japonlar (!) tarafından kurtarılıp sanal ortama aktarılınca, Duygu, iki örnek sayısıyla karşımıza çıktı!... İlk kez, İzmir Basın Tarihi çalışmamızda, 18 Kasım 1918 günlü, 114. sayısı ile 10 Mayıs 1919 günlü, 270. sayısını tanıttım.(1)

Duygu gazetesinin şimdi elimizin altında olan, 23 Kasım 1918 günlü, 118. sayısının tanıtımına geçmeden önce kişisel arşivim dışında, İzmir Basınının Kayıp Gazeteleri araştırmama benzersiz koleksiyonunu açarak destek olan değerli kardeşim Ümit Yazıcı’ya bir kez daha teşekkür ederken bu özel İzmir gazetesini var eden, İzmir’in işgal günlerinde yaşadıkları sıkıntıları unutmadan, İzmir basın tarihinin seçkin adı, Haydar Rüştü Öktem (2) ile gazetenin hemen bütün yükünü çeken “Duygucu” Ahmet Talat Onay’ı (3), sevgiyle, rahmetle anıyorum.

Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918) sonrası, Osmanlı’yı param parça etmek için İtilâf Devletleri hazırlıklarını yaparken Osmanlı yurtseverleri de çaresizlik sarmalında yaşanan psikolojik çöküntü içinde çözümler ararlar. Ülkeyi uçuruma sürükleyen İttihatçı kadroların ardından yaşadığımız siyasal çözümsüzlükler içinde İzmir’in işgaline (15 Mayıs 1919) değin geçen günleri, İzmir’de, Ege Bölgesi'nde, Osmanlı yurttaşı Rumların taşkınlıklarını ve onların sesi olan İzmir Rum basınının propagandalarını düşünün…

İnanmış bir İttihatçı olan Haydar Rüştü [Öktem], I. Dünya Savaşı günlerinde, Rum gazetelerinin İzmir’e yönelik saldırgan yayınlarına, Anadolu gazetesinden gerekli karşılıkları verse de yeni bir savunma ve karşı saldırı aracı olarak Temmuz 1918’de, Duygu gazetesini yayınlar. Haydar Rüştü ile iki gazetenin “Hey’et-i Tahririyye Müdürü”, “Duygucu Talat” diye tanınan Ahmet Talat Bey, Rum basınının saldırılarına yanıtlar verirlerken, İtilâfçı, işbirlikçi Müsâvât ile Islâhât gazetelerimizin de boy hedefi olurlar.

Ekim 1914’de, İzmir Sultanisine edebiyat öğretmeni olarak atanan, Dâr-ül-muallimât’ta (Kız Öğretmen Okulu), edebiyat ve tarih öğretmeni olarak da görev yapan, yurtsever Ahmet Talat Onay’ın, basın yaşamı(4) yanında bir ozan olarak şiirleriyle, halk edebiyatına, divan edebiyatına ilişkin incelemeleriyle de edebiyat tarihimizde özel bir yeri olduğunu unutmuyoruz. Kastamonu’da yayımlanan Açıksöz gazetesinde çıkan “İzmir Nasıl İşgal Edildi?”(5) adlı makale dizisi, bugün de tarihsel açıdan İzmir için önemli bir belgedir

Duygu, No. 118, 23 Teşrîn-i Sânî [Kasım] 1918

DUYGU, NO. 118

İzmir’in sancılı günlerinde, basınımızın en atak gazetesidir Duygu. Bu bilgimizi, yargımızı, Duygu’nun hiçbir sayısını görmeden, dönemin gazetelerinin Duygu’ya yönelik, saldırı nitelikli yazılardan biliyoruz.(6) Kasım 1918 İzmir’ini bize aktaran Duygu’nun 104 yıl sonra karşımıza çıkan, 23 Kasım 1918 günlü, 118. sayısı, Hukuk-ı Beşer'in tanıttığım sayısından bir gün önce yayımlanmış. Duygu’nun “Hükûmet Kudretini Göstermeli” adlı başyazısı, Sadrazam Ahmed Tevfik Paşa’yı ve kabinesini, görevlerine yeni başladığı günlerde (1 Kasım 1918 - 3 Mart 1919), İstanbul ve İzmir’de yapılan tahriklere karşı uyarır bir içeriktedir. Duygu imzasıyla yayımlanan başyazı, Kasım 1918 günlerinde, hem ülkenin hem de İzmir’in hızla uçuruma doğru sürüklendiğini de bizlere duyumsatıyor.

HÜKÛMET KUDRETİNİ GÖSTERMELİ

[1] Bugünkü telgraflar Türklük aleyhindeki neşriyâtlarını pek ziyâde ileri vardıran İstanbul Rûm ve Ermeni gazetelerinden ba’zıları hakkında ta’kîbât-ı kânûniyyede bulunulacağını ve Rûmca gazeteleri her noktadan müdafaa etmeyi dört Rûm meb’ûsunun taahhüd etdiğini bildiriyordu. Ermeni gazetelerinin neşriyyâtını görmediğimiz, olsa olsa neşriyyâtları mezâlime âid olduğunu zannetdiğimiz ve Rûmca gazetelerin ise dillerine doladıkları öteden beri ma’lûmumuz olduğu için Ermeni matbûâtından sarf-ı nazarla Rûmca gazetelere hasr-ı makal edeceğiz. Telgrafı teşrih edelim:

Demek oluyor ki Rûm matbûâtı Türklük aleyhinde neşriyyâtda ileri vatmışlar; demek oluyor ki bu neşriyyât hükûmetin nazar-ı dikkatini celb edecek ve ta’kîbâtda bulunmasını mûcib olacak raddeye varmış ve demek oluyor ki bu neşriyyâtın mûcib olacağı cezâ Rûm meb’ûsları kuşkulandırmış, müdafaa etmeyi taahhüd etmişler.

Hükûmet-i sâbıka aleyhinde Türkçe gazeteler tarafından vukû’ bulan şedîd neşriyyâtın gerek İstanbul’da, gerek şehrimizde intişâr eden Rûmca gazetelere de sirâyet etmesi pek tabîî idi. Binâen aleyh ibtidâ-i hükûmetin zulmünden, yağma-gerliğinden bahisle işe başlanarak birdenbire” Türklük” hakkında, Türkler aleyhinde idâre-yi lisân etmek ve sükût-ı umûmî muvâcehesinde asıl gayeye doğru yürümek lâzım geliyordu. İşte ibtidâ-i hükûmete, sonra Türklüğe hücûm edilmiş ve i’tilâf donanmasının İstanbul’a, İngiliz monitörünün İzmir’e muvâsalatı üzerine maskeler atılarak “Yunanlılık” emelleri alenen izhâra başlanmışdır.

Rûmların taraf taraf katl-i âmma uğradığından, müretteb bir program dâhilinde imhâ edildiğinden bahisle hükûmet aleyhinde vukû’ bulan neşriyyâtın mecrâsı bir çirk-âb mecrâsını tebdîl etdiği hemen birden bire Türklerin tebdîl-i istikâmet etmiş ve Türkler Rûmları katl etmekde olduğu cihetle Rûmların da hayâtlarını muhâfaza edebilmeleri için serbestîye mazhar olmaları ileri sürülmüş ve nihâyet İzmir’in ve bütün Asyâ-yı Suğrâ’nın Yunanistan olduğu, Yunanistan’a ilhâkı lâzım geldiği ileri atılmışdır.

Bütün bu neşriyyât – gerek İstanbul’da, gerek İzmir’de – hep ayni program dâhilinde vukû’ bulduğu için esâsâtının daha evvellerden hâzırlanmış olduğuna bir delildir. Hele nümâyişler icrâsı, [2] taşkınlıklar bu programın birinci maddesini teşkîl ediyor.

Bizim için câlib-i dikkat olan nikât, meb’ûsanda Rûmların olduğu gibi Ermenilerin, Musevîlerin ve hatta Türklerin de meb’ûsu olan bir takım meb’ûsların sıfat ve vazîfelerini unutarak bütün bu ihânet-kârâne harekâtı tasvîb ve hatta müdâfaayı der-uhde etmeleridir. Balkan harb-i zâilinden evvel bir (Boşo) Osmanlılık maskesi altında gûn-â- gûn tezvîrâtda bulunmuş, hükûmetine karşı ihânetden çekinmemişdi. Bugün ise meb’ûslarımız arasında Boşoların eksik olmadığını görmekle dil-hûnuz.

O meb’ûslar ki yalnız bu mülkün ve bu mülkde yaşayan Osmanlı nâmı altındaki bütün akvâmın muhâfaza-yi mevcûdiyyet ve hukukunu kâfil olan Kânûn-ı Esâsî’ye sâdık kalacak-larına yemîn etmişler, bunun hâricinde emellerden ihtirâz edeceklerine söz vermişlerdi. Verilen söz nâmûs, edilen ahd dîn nâmına olduğu düşünülürse memleket ve millet aleyhinde hıyânet-kârâne neşriyyâtda bulunanları tesâhub ve himâyeyi der-uhde etmek acebâ nâmûs ve dînle kâbil-i te’lîf midir? Ve bu meb’ûsların sadâkat ve hamiyyetlerine ne derecelerde i’timâd hâiz olabilir?

Rûmca gazeteler Türk mezâliminden, Türk katl-i âmmından bahs ediyorlar. Hiç bir vakit isbât edemeyecekleri bu muhayyel katllerin, bu iftirâların cezâsını vermek lâzım gelince meb’ûslar engel oluyorlar. Demek oluyor ki hükûmetin bütün teşebbüsâtına, anâsır arasında te’sîs etmek istediği vifâk ve ahenge, yapmak istediği ıslâhâta milletlerinin mürevvec-i efkârı olan gazeteler mâni’ olmak istediği için hükûmet bu engelleri kırmak istiyor, fakat meb’ûslar : “Hayır, diyorlar. Aklına gelenleri yazsınlar. Zîrâ: biz memleketi şûriş içinde göstermek istiyoruz.” diyorlar. Sonra Rûmca gazeteler İstanbul’da, Anadolu’da Yunanlıların hakkı olduğunu, binâen aleyh Türkiye’nin Yunanistan olması lâzım geldiğini söylüyorlar. Hükûmet bu nankör, bu sefîl tıynetlere bu vatan evlâdı olduklarını, bu devlet teb’asından bulunduklarını, bu hükûmetin kânûnuna inkıyâda mecbûriyyetlerini ihtâr lüzûmunu hissedince yine meb’ûslar “Hayır, diyorlar, yazsınlar. Zîrâ: Biz buraları Yunanistan görmek istiyoruz.”

[3] İşte vazı’ından bülendine kadar Rûm vatandaşlarımı!?...

***

İstanbul Rûm matbûâtından asla aşağı kalmayan şehrimiz Rûm matbûâtının tecâvüzâtı, açıkdan açığa Yunan propagandaları devâm edib dururken hükûmetin lâ-kayd kalması kadar herkesi hayrete düşüren bir hâl tasavvur edilemez. Mâdem ki bu memleket Türkiye’dir, mâdem ki bir kânûn hükûmrândır, artık bu uzun dilleri susdurmak kânûnun vazifesidir.

Irkî, târîhî, istatistikî hiçbir delil getiremeyib yalnız muhayyel mezâlimler, katl-i âmmlar, iğrenç ârzûlarla Yunanlılık hissiyâtı perverde edenler iğrenç tahrikâtına nihâyet vermelidir. Hiç bir millet-i mütemeddinenin müsâade etmeyeceği bu taşkınlıklara karşı alınan vaz’iyyet-i lâ-kaydâne efkâr-ı umûmiyyenin şübhesiz muhakkak infiâlâtını celb etmekdedir. – Duygu”

'VİLÂYET HAVADİSİ'

Kâğıt sıkıntısı içinde, dönemin bütün gazeteleri gibi küçük boy, tek yaprak çıkan Duygu’nun başyazısını “Şehrimiz Gazeteleri Ne Diyor?” başlıklı bölüm izler. O günlerde İzmir’de yayımlanan, İndépendant (Fransızca), Amaltheia, Estia, Tharros (Rumca), gazetelerinin daha çok başyazılarından aktarımlar yapan Duygu’nun, kısa kısa da olsa yanıtlar vermekten geri durmaz.

“Vilâyet Havadisi” bölümde, İzmir basınında uzun tartışmalara neden olan soyguncuların, “Türk Değil Rûm Çetesi İmiş” haberi dikkat çeker. Yine “şehrimizde sâkin İtalyanlarla Yunanlılar arasında tahaddüs eden bürûdeti izâle için” Yunanistan’dan bir arabulucunun geldiği haberini okurken İzmir’de, Osmanlı yurttaşı olmayan (!) ne kadar nüfus olduğunu merak ediyoruz! Bu haberler arasında, “Kasaba’nın [Turgutlu-E.S.] Karaköy ve Dalbahçe karyelerini basan” altı asker firârîsinin jandarmanın ve köylü-lerin gayretiyle çatışma sonunda yakalandığını öğreniyoruz.

'BAYRAKLAR!'

Temmuz 1918’de yayımlanmaya başlayan Duygu ile Anadolu gazetelerinin sık sık kapatıldıklarını, haklarında davalar açıldığını unutmadan, İzmirimizin işgaline beş gün kala, kentimizde artan gösterilerin, tahriklerin artışına Duygu’nun, gösterdiği isyanı, 10 Mayıs 1919 tarihli, 270. sayısında çıkan “Bayraklar!” başyazısından bir bölüm aktararak yazımızı noktalayalım:

“Hani ya bayraklar çekilmeyecekdi? Dün yine ne idi Kordonboyu? O ne hâl, o ne kıbâl idi? Ne oluyordu o mavi bayraklar, ne oluyordu o tepinmeler, o hengâme-i kıyâmet-nümûn! Hey’et-i Nâsiha daha dün buradan gitdi. Hani ya birbirimizi rencîde edecek işler yapmayacaktık; hani ya coşkunluk olmayacakdı…....

Biz böyle istemiyoruz. Her gün yek-diğeri soğutan, her gün yek-diğerin kalbini inciten, hareketlerine samîmiyyet, hisse, hakka, hâkimiyyete ve vatandaşlığa, hemşehriliğe mütekabil hürmetler bekliyoruz. Beraber yaşamak mademki şu memleketde yaşayan bizler için mukadderdir, mademki ne de olsa bu topraklar müştereken bizim vatanımız, bizim saâdet ve felâket yurdumuzdur o halde -ricâ ederiz- bu hây-hûy-ı cân-güdâza bir nihâyet verilmelidir…...

Varsın balolar yapsınlar, varsın gelen gemileri çiçeklerle süslesinler, varsın her türlü âsâr-ı ta‘zîz ve takdîsi ifâ eylesinler fakat o bayrakları çekmesinler! Çünkü ne için saklayalım: Biz o mavi bayrakları sevmiyoruz!...... / Duygu” (7)

DİPNOT

(1) Efdal Sevinçli, İzmir Basın Tarihi / Gazeteler, Dergiler, İzmir, İBB Kent Kitaplığı, 2019, ss.137- 148.

(2) Haydar Rüştü Öktem, Mütareke ve İşgal Anıları, Haz.: Prof. Dr. Zeki Arıkan, Ankara, TTK Yayını, 1991.

(3) Cemal Kurnaz, Ahmet Talât Onay, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990.

Ahmet Talât Onay, Milli Mücadele Yazıları, Haz.: C. Kurnaz- Ş. Kurnaz, İstanbul, MEB Yayınları,1995.

A.Talat Onay’ın (1885- 22 Eylül 1956), İzmir’deki gazetecilik günleri için bkz.: H. Rüştü Öktem, Mütareke ve İşgal Anıları, ss.47-49,

(4) Cemal Kurnaz, “Basın Hayatı”, Ahmet Talât Onay, ss.25-31.

(5) Ahmet Talât Onay, Milli Mücadele Yazıları, ss.43-82.

(6) Anadolu ve Duygu gazetelerine yönelik hakaretlerle dolu eleştiriler için bkz.: Zeki Arıkan, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını (30 Ekim 1918-8 Eylül 1922), Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi,1989.

(7) Efdal Sevinçli, İzmir Basın Tarihi / Gazeteler, Dergiler, ss. 142-144.

DÜZELTME: 18 Haziran 2022'de yayımlanan Hukuk-ı Beşer’in 104 yıldır kayıp sayısı başlıklı yazıda 104 olması gereken yıl sehven 106 olarak yazılmıştır.