Bir süredir sayfalardan uzaktık, hem de bir hayli uzun zamandır..
Sağ olsunlar birçok kurumdan, medya patronu dostlarımızdan "yazarlık" teklifi aldık ama içimizden gelmediği için bu mecradan uzak kaldık..
Ancak bu kez çağrı bir anlamda bizim de "sahibi" olduğumuz "Gazetecilerin Gazetesi" Dokuz Eylül'den gelince davete icabet etmek şart oldu..
Bu sütunlarda zaman zaman birlikte olacağız..
Tüm dostlara selam olsun..
İlk yazıda biraz da içimizde yara olan Altay'dan bahsedelim istedim..
Profesyonel gazeteciliğimin ilk yıllarından itibaren yakın olduğum İzmir'in en eski markalarından Altay'dan..
Bakın 1900 yılların son çeyreğinde öyle başkanlar vardı ki, bu kulübün başında sadece Altay'ı değil aynı zamanda Türk Futbolunu yönetmişti..
Öyle başkanlar vardı ki, benim de takip ettiğim transfer görüşmeleri sırasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı telefonla arayınca görüşmeye ara verilmişti..
Öyle başkanlar vardı ki, takım deplasmana giderken kulübün delikli kuruşu boşa gitmesin diye takım otobüsünün bagajına futbolcuların yiyeceği peyniri, balı, zeytini, yumurtayı koydururdu..
O zamanlar Altay "3 büyükler"den sonra Süper Lig evrensel puan durumunda "4. büyük" durumundaydı..
Altay bir deplasmana gittiğinde adeta devlet protokolüyle karşılanır, yöneticileri en üst seviyede ağırlanırdı..
O dönemler Altay başkanları, keza yöneticiler kendi paralarını harcarken iki kez düşünüyorsa, kulübün parasını harcarken on iki defa düşünürdü..
Şimdi siyah-beyazlı camiada şemsiye tamamen ters dönmüş durumda..
Son dönem Altay'a öyle yöneticiler geliyor ki; bunların büyük çoğunluğu o efsane başkanlar döneminde değil yönetime girmek, kulübün önünden bile geçemezdi...
Şöyle örnek vereyim; çoğunun adını camiada kimsenin bilmediği bu kişiler Futbol Federasyonuna gitse güvenlikte kimlik bırakmadan içeri giremezler..
Başkanlar desen zaten öyle..
Örneğin Altay sayesinde adını duyurup farklı yerlere yelken açanlar mı dersiniz..
Kongrede konuşma yapan genel kurul üyesini darp ettiren mi dersiniz..
Deplasmana gelen tanınmış başkanlara teşrifatçılık yapan mı dersiniz..
Kulübün ödenemez hale gelen borcuna yeni borçlar ekleyenler mi dersiniz..
Başka kulübün stadından loca kiralayan mı dersiniz..
Daha neler neler..
Hepsini yazmaya kalksak hem camiayı daha fazla yaralarız, hem de bu sütunlara sığmaz..
Gelinen noktada Altay'da kan kaybı hızlanarak devam ediyor..
Peki şirketleşmede durum ne?
Böylesine bir projenin bu şartlarda hayata geçirilebileceğini düşünenin aklına şaşarım..
Peki ne olacak?
Dostlar bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı..
Büyük Taarruz'da Ulu önder Atatürk ile birlikte omuz omuza savaşıp, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda imzası bulunanların kurduğu bir kulüp Altay.. Ne kadar sarsılırsa sarsılsın kolay mı bu yüce çınarı devirmek?
Değil elbette..
Çünkü bu kulübün genlerinde " Kuvâ-yi Milliye" ruhu var..
Ne kadar kara günler geçiriyor olsa da kulağıma güzel haberler de geliyor..
"Derin Altay" faaliyete geçmiş, diye duyuyorum..
Onun detaylarını da sonra paylaşırız..
Bugünlük bu kadar..
Bir kez daha 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyor, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum..
Kalın sağlıcakla..