“1-2. Ey Muhammed! Yaratan, insanı pıhtılaşmış kandan yaratan Rabbinin adıyla oku!

3-5. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir.”

(Kuran, 96. ALAK Suresi)

“İnsanlık tarihinde yıldızın parladığı anlar gibi”, insanın unutmadığı öğretmenleri vardır. Ben, bana öğrenme şehvetini veren lise edebiyat öğretmenim Suzan Sunguroğlu ile İngilizce öğretmenim Türkan Danışman'ı hep, bütün öğretmenlerimin ilk sıralarına koyagelmişimdir.

Yapıp yayınlamış olmakla gurur duyduğum dizi yazılarından biri “İnsan Mimarları”dır. 1990 yılında Günaydın Gazetesinin İzmir ekinde yayınlanan bu dizide; Halim Erker, Enver Demir, Tahsin Yaşamak, Türkan Danışman, Faruk Nişli gibi efsane öğretmenlerle görüşmelerimi, onların yetiştirdiği kişilerin izlenimlerini aktarmıştım.

Bu yazımda, yüksek öğrenim kapsamında adını unutulmaz listesine yazdırmış bir “Hoca”dan söz edeceğim.

Üç çeyrek yüzyıllık ömrünün yaklaşık üçte birini öğrenci, üçte birini öğretici olarak bir kanımı paylaşayım sizinle:

Konusunu pek bilip sevmeyen öğreticiler asık suratla; tam tersine uğraş alanını bilip seven öğreticiler güler yüzle yerine getirir işlevini. Bu ikincilerin tavrı, çocuğunu yaşamı öğreten ananınki gibidir.

İzmir'de böylesi hocalara örnek aranırsa, ilk ekle gelecek isimlerden birisi Prof. Dr. İlter Akat'tır. Nitekim, ciddi bilgi kaynaklarından biri, onunla ilgili tanıtıma; “Bugün alanında Türkiye'nin en iyi hocalarından biri olarak gösterilen” diye başlıyor.

“Hocaların Hocası” sıfatını layıkıyla hak eden İlter Akat, 1930 Ankara doğumlu; demek ki 2019 yılı itibarıyla 89 (seksen dokuz) yaşında.

Uluslararası terminolojide, mesleğini sürdürüp unvanını koruyan profesörlere “Emeritus” deniyor. İlter Hoca, bunu gerçek örneklerinden biri. Yakından biliyorum: Memuriyet açısından emekli olduktan sonra da, -bedel beklemeden- öğreticiliğini sürdürüyor.

Akat, YETO'yu (İzmir Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu) 1953 yılında bitirmiş. Bendeniz, aynı yüksekokulda öğrenciliğe başladığım 1958 yılında onu, “doktoralı ilk profesörlerden biri olarak” tanıdım. Sonraki dönemlerde gazeteci, TRT'de yapımcı ve İzmir üniversitelerinde öğretici olarak İlter Hoca'yı yakından izledim. Dahası Ekspres gazetesinde ben muhabirken o, aynı gazetenin başyazılarını yazıyordu.

O sıralar kamuoyu “doktor” sıfatını yalnızca tıp dalında bildiği için; bazı komik olaylar yaşanıyordu. Hoca'nın daire kapısında “Dr” yazdığı için, kendisini ziyarete gelen hasta eksik olmuyordu. Söylendiğine bakılırsa, Hoca'nın oturduğu apartmanın kapıcısı, hemşehri ve tanıdıklarına -insaniyet namına- Hoca adına randevu veriyordu. Öğrenmeyi sevdirmeyi çalışır İlter Akat ile onun gibi hocalar...

Böylesi hocalar, bilgi cömerti olur; öğrencilerinin yarının hocası olarak, deyim yerindeyse, kendisini aşmasını ister. Gerçekten de İlter Hoca'nın “hoca” yaptığı öğrencisi az değildir.

Uzmanlık alanı, işletme, başka bir söyleyişle yönetim bilimidir.

Kanımca, onun “İşletme Yönetim” ve “Endüstri Sosyolojisi” kitapları halen aşılabilmiş değildir. Bilimsel bildiri ve makaleleriyle köşe yazısı ve baş makaleleri, nice cilt dolduracak kadar fazladır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin iki numaralı ismi İsmet (Paşa) İnönü'nün tarihine mal olmuş sözlerinden biridir:

“İkbal dönemlerimi geride bıraktım!”

İlter Hoca da aynı şeyleri söylemekte yerden göğe kadar haklıdır. Zira, öğretim üyeliği sırasında yüksekokul müdürlüğüne, dekanlıktan rektörlüğe kadar her düzeyde yöneticilik yapmıştır. Ayrıca, özel ve kamu sektöründe, rehabilitasyon ve organizasyon dalında önemli bir hizmetlerde bulunmuştur.

Benim akademik hayatımda da önemli rolü olmuştur sevgideğer hocamın. Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinde, çiçeği burnunda profesör olarak görevdeyim.

Bir gün Hoca'dan telefon:

-Şadan'cığım, şu an, senin de pek sevip değer verdiğini bildiğim Prof. Dr. Nilgün Moralı Hoca ile birlikteyiz. Yaşar Üniversitesine seni de çağırıyoruz. Üçümüz birlikte olalım: Üç noktadan bir düzlem geçer ve üçgen, en sağlam düzlemdir. (Bu arada bana, istediğim görevi verebileceğini ekledi.)

Yalnız birisi çağırsa bile “hayır” demem söz konusu değildi. Ama ben, gazetecilikte muhabirlik, TRT'de yapımcılık gibi, üniversitede yalın öğretim üyeliğini yeğlerdim. Yine de, öğretim üyeliğine ek olarak, branşımla ilgili bir bölüm başkanlığı göreviyle Yaşar Üniversitesi öğretim ailesine katıldım.

Bu “taze” üniversitede bu iki “büyük” Hocanın yanısıra, öğretim üyeleri ve personelle son derece iyi ilişkiler içinde bulundum. Bu arada, Üniversitenin yeni kurulmakta olan kitaplığına ya 5.000 (beş bin) kadar kitap ile, kazandığım ödül plaketlerini verdim. (Sanırım şimdi öğrenciler yararlanıyor, ziyaretçiler girebiliyordur.)

Günün birinde, İlter Hoca ile ikimiz, Yaşar Üniversitesi “Onursal Öğretim Üyesi” ödülüne layık görüldük. O güne dek, İzmir Üniversitelerinde görülmemiş bir törenle ödüllendirildik.

Eşine az raslanır biçimde, gönüllü öğreticiliği sürdürüyor İlter Hoca. Hiçbir baharı “son”olmadı onun. Ben fakirin bu gazetedeki Cumartesi yazılarının yazılarının en dikkatli okurlarından biri.

Prof. Dr. İlter Akat örneği de kanıtladı ki; en çok “yükte hafif, pahada ağır” değer, bilgidir. Hem öyle bir değer ki; sattığın ya da dağıttığın halde, sende kalır.

Sağlığın ve berrak düşünceli kişiliğin daha nice yıllar sürsün İlter Hoca! Sana, senin gibi idealist bir öğretmenin “ANIT” şiirinden bir bölümü sunuyorum, İzmir'in kır çiçeği niyetine:

“Sen bize güldüğün zaman

Nerden gelirdi gözlerin

Sen bize küstüğün zaman

Yüzün nere giderdi

Öğretmenim”

( Ali YÜCE )