Birinci ve İkinci İnönü muharebelerinde yenik duruma düşen Yunanlılar, Kütahya-Eskişehir muharebelerinde (10-24 Temmuz 1921) başarılı olunca kazandıkları moral ve motivasyonun üzerine ekledikleri İngiliz desteğiyle Ankara’ya gidebileceklerine inanmışlardı.
Onun içindir ki Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Türkler için bir ölüm kalım savaşına dönmüştür. “Subaylar Savaşı” olarak da anılan bu savaş için Dr. Selim Erdoğan, “Halk neyi var neyi yoksa verdi. Sakarya Meydan Muharebesi, bu yönüyle ‘yoksulluğun zaferidir,’” der.
BÜYÜK TAARRUZ
Sakarya Meydan Muharebesi’nde elde edilen başarı, ardından Fransızlar’la imzalanan Ankara Anlaşması ve Sovyetler aracılığıyla imzalanan Kars Anlaşması müttefiklerin sayısını artırdığı gibi zafere olan inancı da pekiştirmiştir.
Yunan ordusu durdurulabilir ve hatta yenilebilirdi…
1 yıla yakın süren hazırlıklar sonucunda Büyük Taarruz başlayabilir ve karşı kuvvetler püskürtülerek ülke topraklarından sökülebilirdi. Taarruz başarılı oldu; ardından Dumlupınar Başkomutanlık Meydan Muharebesi de kazanılınca Gazi’nin emri ve hedefi kısa ve özlüydü: “Ordular! İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
TAKİP HAREKÂTI
Bu emrin hedefi, işgalin başladığı kent olan İzmir’den başka bir yer değildir. Türk kuvvetleri karşısında tutunamayan Yunan kuvvetleri bozulmuş, dağılmış ve çekilmeye başlamıştı. Geriye kalan ise emri yerine getirip kaçan düşmanı “takip ederek” ülkeyi emperyalizmin uşaklığını yapan postallardan kurtarmaktı.
İZMİR’E GİRİŞ
9 Eylül 1922’de sabah saat 10’da 1. ve 2. Süvari tümenleri ve ardından 14. Süvari Tümeni hafif bir çarpışmadan sonra İzmir’i Yunan işgalinden kurtarmıştır. 2. Süvari Tümeni’ne bağlı 4. Süvari Alay komutanı Yüzbaşı Şerafettin Bey İzmir’e ilk giren subay olmuştur. Şerafettin Bey emrindeki süvarilerle İzmir’e girerken Pasaport önlerinde atılan bomba ile hafif yaralanmış, 4 çavuş ise şehit düşmüştür. Türk Ordusu’na İzmir’de bazı Rum köylerinden de ateş açılmışsa da kendilerine hızla karşılık verilmiştir. İzmir’i terk eden Yunan kuvvetlerinin önemli bir kısmı Urla ve Çeşme’ye çekilmiştir.
Yunan kuvvetleri İzmir’den çekilirken top ve tüfek gibi askeri malzeme bırakmıştır. Ayrıca 50 civarında subay, 1.000 civarında Yunan askeri esir alınmıştır. İzmir’e ilk girenlerden 1. Süvari Tümen Komutanı Mürsel Bey; “Muzaffer Milli ordumuzun yılmaz süvarileri bizler düşmanın İzmir önündeki son mukavemetini kırarak 9.9.38 saat on buçukta şehre vasıl olduk. Halkın gözyaşlarıyla derin hürmetlerini iblağ ile bahtiyarım.” diyerek Mustafa Kemal Paşa’ya haber göndermiştir.
YARIMADA’NIN BOŞALTILMASI
Türk ordusu İzmir’e girdikten sonra hedef -Yunan ordusunun kaçış güzergâhı olan- Yarımada’nın boşaltılması ve işgalin sona erdirilmesidir. Ordu İzmir’e 4 koldan girmek üzere yoldadır. Kuzeyden Menemen, kuzeydoğudan Bornova, doğudan Buca-Seydiköy ve güneyden Torbalı-Seferihisar üzerinden…
Kente girdikten sonra ordu içinde Yarımada’yı boşaltmak üzere yeniden yapılanma gerçekleşir. Takip Harekâtı boyunca önemli görevler yapan Fahrettin (Altay) Paşa’nın komutasındaki 5. Süvari Kolordusu 1. Ordu emrine verilir ve ordu komutanı şu emri yayınlar: “Yarımada’da 20 bin Yunan askeri, 50 bin hayvan olduğu haber alınmıştı. Bunun üzerine 1'inci Ordu Komutanı aşağıda özeti yazılı olan ordu emrini yayınlar: ‘5'inci Süvari Kolordusu Urla, Karaburun, Çeşme ve Seferihisar ilçelerindeki Yunan birliklerinin vapurlara binmesini engelleyerek, esir veya yok edecektir.’”
YARIMADA’DA TAKİP HAREKÂTI
Fahrettin Paşa, ordu emrini alınca 10 Eylül 1922 saat 15.30’da şu emri verir: “1'inci Süvari Tümeni Seydiköy üzerinden dağ yolu ile, 2'nci Kolordu Atlı Piyade Tugayı Seydiköy - Kavacık dağ yolu üzerinden Urla’ya hareket edecekler, 2'nci Süvari Tümeni ikinci emre kadar Karşıyaka’da ordu emrinde kalacak, 57'nci Piyade Tümeni de kıyı yolu ile Urla’ya gidecek, Urla’dan sonra Çeşme’ye kadar bütün yarımada aranıp taranacak ve düşmandan temizlenecektir. Ben 14'üncü Süvari Tümeni’yle beraber bulunacağım.”
Seydiköy’de, Torbalı’da şiddetli çarpışmalar olur. Yunan ordusu sökün etmiş, Yarımada’ya yönelmiş ve burada sıkışmıştır. Sıkışan bu asker gücünü korumak için körfezdeki Yunan savaş gemileri Türk süvarilerini durdurmak ve kaçan Yunan askerlerine zaman kazandırmak için Yarımada’ya giden sahil şeridini bombalamaya başlarlar. Apdullah Çiftliği olarak andığımız Narlıdere-İstihkâm’da, “Hayıt Kısığı” olarak anılan yerden ileri gidemez 14. Süvari Tümeni… Kayıp da verir… Geri çekilirler… Balçova’ya konarlar…Dağ yolundan Kavacık’a ulaşırlar. Seydiköy’den gelen 1. Süvari Tümeni ile birleşerek 11 Eylül’de Kilizman’a girerler…
Eşme’de Takip Harekâtı’ndan ayrılarak güneye yönelen 3. Süvari Tümeni, Kiraz, Tire üzerinden gelerek Torbalı ve Seydiköy’de Yunan kuvvetleriyle çarpışırlar. Sandı üzerinden 11 Eylül saat 16.00’da Seferihisar’a girerek Yarımada’ya yönelir; Urla ve Zeytineli üzerinden Çeşme’ye doğru hareket eder.
ÇEŞME’NİN GERİ ALINMASI
3'üncü Süvari Tümeni, geceden gönderdiği keşif bölüğünden Yunanlıların Alaçatı’dan çekildiklerini öğrenince (16 Eylül), saat 05.00’te bulunduğu yerden hareket ederek, saat 07.00’de Alaçatı’ya gelir ve yürüyüşe devam ederek saat 09.00’da Çeşme’ye varır. Birliklerini Çeşme’nin doğusunda denize karşı gizler. Bataryasını mevziye yerleştirir. 27'nci Süvari Alayı’ndan bir bölüğü Çeşme’nin 4 km güneyindeki Çiftlik köyüne göndererek işgal ettirir. Aynı alayın diğer bir bölüğünü de Çeşme kasabasının disipliniyle görevlendirir.
SON SÖZ
Belki de bu üçlemenin son sözlerini o günleri, bir ulusun kaderini değiştiren mücadelenin acı, tatlı, mutluluk ve gözyaşı ile harman olmuş o günleri yaşayan ve kaleme alan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kalemine ve duygularına bırakalım…
“Fakat ben –şu satırları yazan adam- desem ki: O mucizelerden birçoğunu kendi gözlerimle gördüm. O icazkârların yanıbaşımda yaşadıklarını hissettim. Acaba fen, mantık ve hesap düşkünü sualcilerin bana biraz inanmak lütfunda bulunurlar mı? Desem ki: Harbin şiddetli devirlerinde dört gün dört gece gözüne bir dakika uyku girmeksizin tepeden tepeye dolaşan kumandanlar gördüm; desem ki: Taze yarasından sızan kanlar yarı beline kadar battığı ve günlerden beri kımıldanmadığı çamurları kızıllaştıran ve tek başına kaldıktan sonra bile kendisinde ileri doğru sürünmek gücünü bulan genç ve yaşlı birçok zabitler gördüm; desem ki: Düşmanın aralıksız işleyen mitralyözleri üzerine korkunç bir kurşun sağanağı içinde çıplak süngülerle koşan erleri gördüm ve nihayet desem ki: Anadolu’nun atlı ve arabalı bir yolcu için bile yorucu ve dayanılmaz yollarında günlerce sırtlarında mermiler taşıyan yahut hayvanların çekemediği top arabalarını insanüstü diyebileceğim bir şevk ile en sarp yokuşlardan sürükleyen yalınayak, bağrı çıplak köylüler gördüm. Acaba şüpheci sualcilerim bir dakika için mucize denilen şeye inanmak hidayetine ererler mi?” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu; Ergenekon-Milli Mücadele Yazıları, s. 114, İstanbul 1973)