Böyle bir başlık bile insanın içini acıtıyor, kanını donduruyor. Şehitlik kavramının tartışmaya açılıyor olması bile, ülkemizin, insanımızın nasıl bir ruh haline sokulduğunu gösteriyor.
Tehlike büyük...
Bölünmenin en korkunç hali, toplumun aynı değere birden fazla tanım yapmasıdır.
Türkçede “şehit” olarak nitelendirilen kimseler yasal olarak;
- Profesyonel veya vatani görevini yapmakta olan askerlerden görev başında herhangi bir şekilde yaşamını yitirenler,
- Herhangi bir terörist saldırı sonucu yaşamını yitiren eğitim, sağlık, güvenlik vb. görevlileri,
- Görev başında yaşamını yitiren polis, itfaiyeci vb. diğer görevliler olarak tanımlanır.
Bu kimseler, dini inançlarına bakılmaksızın, “şehit” olarak nitelendirilirler.
Yasalarımız, şehit olanların geride kalan yakınlarına devletten tazminat veya maddi yardım almaya hak kazanabileceklerini söyler.
Bizim için şehitlik, sonrasındaki maddi kazanımların çok ötesindedir.
***
Hal böyle giderken, ne olduysa önce kimi sivil vatandaşlara, ardından da bizimle hiç ilgisi olmayan, başka ülkelerin topraklarında ve başka amaçlar için mücadele eden kimselere de şehitlik ünvanı verilmeye başlandı.
Haliyle tartışmalar da...
Bir yönüyle baktığınızda, vatanı için hayatını hiçe sayan güvenlik görevlileri ile yine vatan görevi yaparken yaşamını yitiren diğer insanlarımız için kullanılan “şehitlik” kavramı neden bu hale geldi?
Neden ortak bir kavramı, ayrışma noktası olarak tanımlar olduk?
***
Bunun nedeni basit aslında...
Çok uzun yıllardır Türk-Kürt, Alevi-Sunni, Dindar-Laik çatışması çıkarmayı başaramayanlar, bunu defalarca denemelerine rağmen iç karışıklık yaratamayanlar, yeni bir yol deniyor...
15 Temmuz kalkışmasının hemen ardından sorumsuz bazı kimselerin ve de bazı siyasetçilerin, “Vatandaş artık silahlanıyor, bundan sonra darbe yapmaya kalkışacak olanlar karşılarında elleri silahlı vatandaşları bulacaklar” sözleri, bu ayrışmanın en net örneği...
Diyelim ki böyle bir kalkışmanın bırakın kendisini, dedikodusu bile insanları sokağa döktü. Ellerinde tüfekler, tabancalar olan bu siviller ne yapacak?
Kimi kimden koruyacak?
Ve en önemlisi bu silahlı milisler hangi ölçülere göre ellerindeki silahları kullanma hakkını kendilerinde bulacaklar?
***
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, sadece güvenlik görevlilerine verilmiş hakkın, sivil vatandaşlar tarafından bırakın kullanılmasını, böyle bir olasılığın gündemde olması bile korkunçtur. Bunu destekleyen açıklamalarda bulunmak ise resmen bölücülük yapmaktır.
Zaten sinir uçları iyice hassaslaştırılmış Türk toplumuna yapılacak en büyük kötülük, ortak değerlerde buluşmak yerine, kamplaşmaları daha da artırmaktır...
***
Suriye bizim toprağımız değildir.
Suriye'nin kaderi ile ilgili karar verecek olan tek topluluk Suriye vatandaşlarıdır.
Ulusların kaderini kendi halkları çizer, dışarıdan her ne amaçla gelmiş olursa olsun yabancılar değil.
O yüzden de, Suriye'de hangi taraftan ve hangi amaç için yaşamını yitirirse yitirsin bizim için “şehit” değildir.
Bizim şehitlerimiz, bu topraklar için gözünü bile kırpmadan yaşamını hiçe sayanlardır.
Al bayrağa sarılı, çoğu gariban, ama cesaret zengini insanlardır.
Onlar kalbimizin en gizli köşelerinde sessiz sessiz hıçkırmasın istiyorsak, hak etmeyen hiç kimseye durduk yere “şehit” demeyelim...
Bu ülkenin daha fazla bölünmeye, üstelik de en temel değerleriyle oynanarak bölünmesine ihtiyaç yoktur.
Zaten ihtiyacımız olan da damarlarımızda vardır...