Geçtiğimiz hafta hayvanlara yönelik bakımevlerinin nasıl olması gerektiğini ve mevcut bakımevlerinde yapılan temel yanlışları yazmıştık. Bu hafta ise bir bakımevi nasıl 'olmamalı' onu konuşalım.
Medyadan takip etmişsinizdir; İstanbul Büyükşehir Belediyesi 72 hektarlık bir alanda dev boyutlarda bir bakımevi inşa ediyor. Bu bakımevi, 'Hayvanlar için 5 yıldızlı otel konforunda tesis' şeklinde duyuruldu. “Ne güzel işte” diyebilirsiniz. Haklısınız, görünürde belediye, sokak hayvanları için çok güzel bir projeyi hayata geçiriyor. Ancak projeyi biraz eşelediğinizde altından maalesef üzücü gerçekler çıkıyor.
Proje basında duyurulduğu andan itibaren hayvan hakları dernekleri, çevreci örgütler ve odalar tarafından eleştiri yağmuruna tutuldu. Eleştiriler hiç de haksız sayılmaz.
'Kısırkaya Geçici Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Bahçeli Yaşam Alanı' muhtaç hayvanların bakımından çok, hayvanların sokaklardan toplanarak yerleştirilecekleri bir alan olarak dizayn edilmiş. Derneklerin dikkat çektiği ortak eleştiriler şöyle sıralanıyor:
-Toplama kamplarından farksız bir hayvan tecrit merkezi inşa ediliyor. Bu da, binlerce hayvanın, yaşadığı yerden toplanarak, doğalarına aykırı şekilde birlikte yaşamaya mecbur bırakılacağı anlamına geliyor.
-Tesis kısa süre içinde bir hayvan soykırım merkezine dönüşebilir. Barınak, Karadeniz kıyısında, dik bir yamacın üzerinde, su yoğunluğunun fazla olduğu, ulaşımın kolay olmadığı, kötü hava koşullarına ve sert rüzgarlara sahip olan, toprak kaymalarının gerçekleştiği bir noktada inşa edildi.
-Belediye Başkanı Kadir Topbaş barınak kapasitesinin 20 bin olacağı söyledi. Bu da toplama iddialarının gerçek dışı olmadığını gösteriyor.
-5 yıldızlı otel de olsa hayvanların doğal yaşam alanı şu anda yaşadıkları yerdir. Sokak hayvanları, kendi yaşadıkları mahallede, semtinde yaşama hakkına sahip olmalıdır.
-Sokakların canlılardan arındırılması, şehirlerin beton dışında hiçbir özelliği olmayan yerlere indirgenmesi durdurulmalıdır.
Tüm bunlara ek olarak Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı arazi statüsünün usülsüzce değiştirildiğini belirterek, "Hayvan hakları savunucularının duygularını istismar ederek ve bu alanı mera vasfından çıkartarak imara açma konusunda birinci adım olarak kullandınız" dedi ve farklı bir iddiayı da ortaya attı.
Bir kere şunu kabul etmeliyiz, hayvanlar en az bizler kadar yaşam hakkına sahiptir. Hayvanları doğdukları, büyüdükleri, alıştıkları kısaca yaşadıkları yerlerden kopartma hakkında sahip değiliz. Yapmamız gereken onlara evleri bildikleri mahallelerde, sokaklarda, parklarda yaşam hakkı tanımak ve koşullarının iyileştirilmesi için destek vermektir. Yerel yönetimlerin yapması gereken ise etkin kısırlaştırma ile nüfusun kontrolsüz artışını önlemek, böylece az nüfusa en iyi şekilde bakılabilmesini sağlamaktır. Bir bakımevi yaşlı, hasta, yardıma muhtaç hayvanlara destek vermek için kurulur. Sağlıklı, yaşadığı yerde mutlu olan hayvanların kapatılacağı alanlar asla desteklenmemelidir.
Türkiye'de birçok bakımevinin durumu ortada: Betonarme, yerleri fayans, demir parmaklılarla örülü, çoğu zaman ancak haftada bir, o da tek bir veterinerin uğradığı, mutsuz görevlilerin çalıştığı, hastalıkları tedavi etmek yerine yeni hastalıkların oluşmasına çanak tutan koşullara sahip, hayvanların birçoğunun kuru ekmekle beslenebildiği tesisler bunlar. Birkaç yüz hayvana doğru dürüst bakamazken, acaba onbinlerce hayvana nasıl bakılacak? Üstelik adam akıllı tesis yapmakla da iş bitmiyor. Zihniyetin değişmesi lazım. Hayvanları seven görevliler çalışmalı bakımevlerinde. Her gün hizmet veren veterinerler olmalı. Gönüllülerle el ele vermeli yerel yönetimler. STK'ların tavsiyelerine her zaman açık olmalılar. Bakımevi yapmış olmak için değil, gerçekten hayvanların iyiliği için uğraş verilmeli.