Bugün bir Usta edebiyatçı öldü dostlar... 9 yıl önce, 19 Temmuz 2013'te, Leylâ ERBİL öldü...

*****

Şilili yazar Isabel Allende; 'Paula' adlı romanının bir yerinde, iç savaş sırasındaki Lübnan’dan şu çarpıcı sahneyi anlatır: “Havaalanı, ülke dışına çıkmaya uğraşan insanlarla doluydu. Bazıları, karılarıyla kızlarını kargo olarak götürmeye yelteniyorlar; insan olarak görmediklerinden, onlara da bilet alınması gereğini anlayamıyorlardı...” Leylâ Erbil; edebi hayatı boyunca, bütün kitaplarında, bu 'Kargo öyküsü'nü anlattı adeta... İnsan yerine konulmayan, aşağılanan, ezilen ve sömürülen kadını... Onların iç seslerinin; haykırışlarının, çığlıklarının sesi oldu hep... Bir yazar olması, yalnızca edebi açıdan hayatlara dokunduğu izlenimini veriyor olsa da; Leyla ERBİL; gerek toplumsal gerek siyasi alanlarda da sistemsel yanlışlara, başkaldırılarıyla dolu dolu ve mücadeleyle dolu bir yaşam sürdü...

*****

12 Ocak 1931'de, İstanbul'da dünyaya geldi Leyla... Kalemini, lise zamanlarında oynatmaya başladı. Kısa öykü ve şiir denemeleri yaptı. Edebi arkadaş gruplarına katıldı... Edebiyata yatkınlığı aşikâr olan Leyla; 1950 yılında, İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümünde lisans eğitimine başladı... Üniversitede geçirdiği ilk yıl sonrasında; oldukça kısa sürecek olan ilk evliliğini, Aytek Şay ile gerçekleştirdi... 1954 yılında; üniversite son sınıftayken, Yüksek Mühendis Mehmet ERBİL ile tanıştı. Tanışır tanışmaz, kısa bir sürede evlendiler. Ve Ankara'ya taşındılar... Ankara'ya taşındıktan sonra arkadaş çevresinde de değişiklik oldu Erbil'in. Bu kez kendini İlhan Berk, Vüs’at Bener, Mithat Fenman, Fethi Kopuz gibi isimlerin yer aldığı bir edebi çevrenin arasında buldu...

1956 yılında ilk öyküsü 'Uğraşsız'ı yayımlayan Leyla Erbil, edebiyat dergilerinde yazmaya başlamıştı artık... Tüm yazın hayatı boyunca kendine ait bir üslup kullandı ve toplumsal tabularla mücadele etti...

****

Leyla Erbil, 1961'de, Türkiye İşçi Partisi'ne katıldı. Fethi Naci yönetimindeki partinin; Sanat ve Kültür Bürosu'nda, Edip Cansever ve Ahmet Oktay ile birlikte çalışmalar gerçekleştirdi... 2012 yılında, PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterildi... İlk kitabı 'Hallaç'ın ikinci bölümünü Sait Faik’e niye adadığını şöyle açıklar: "Keşke birinci bölümü de O'na adasaymışım. Cahillik işte! Zaten o ilk kitabı kime adayacağımı şaşırmıştım. 'Nothing is more real then nothing' alıntısıyla, ilk bölümünü de Beckett'e adadım. Beckett de ilk çarpıldıklarımdandır..."

İşte yazın ustalığı budur! Buradaki "de" de; Sait Faik'e bakışını, küçücük bir heceyle öyle güzel anlatır ki...

****

Leyla Erbil'i dinlemeye devam edelim: "1954′te, ‘Waiting for Godot’yu Küçük Sahne’de seyrettikten sonra Beckett’in peşine düştüm. O'nunla birlikte; tüm oyunlarının, romanlarının... Böylece 1956′da, Molloy’u (Grove Press) elde etmekle de büyük bir yazın sarsıntısı geçirdim. Sait Faik ise bizden bir yazardı. Daha yumuşak, sevecen, çekingendi yazını, ama sarsıcıydı. Bize daha yakındı... Türk yazınının yatağını değiştirdiğine, yeni ufuklar sunduğuna inanırım. Gözümden bir perde de o kaldırmıştır. Yerli olsun - yabancı olsun; başka yazarları akla getirmeyen, özgün metinlerdi ortaya çıkardıkları. Odak noktası daha çok kendisi olan insanı anlattı. Kendine özgü biçimi, dili buldu..."

*****

Sadece öykülerine değil; Sait Faik'in kendisine de hayrandı Leyla Erbil...

Leyla Erbil'i dinlemeye devam edelim: “Ben O'nunla tanıştığımda; 1953 sonu-1954 başı olmalı, O'na olan hayranlığım doruktaydı. Kendisine; utana sıkıla, Şiir'lerimi ve hikâyelerimi okudum. Şiir'lerimi eleştirdi, hikâyelerimi övdü... Alıngan, sinirli, dürüst, utangaç, alabildiğince alçak gönüllü bir adam. Yüreklendirdi beni. Ben de kararımı düz yazıdan yana koydum. Oysa aynı yıllarda Ahmed Arif, Şair olduğumda ısrar ediyordu…” Evet; Ahmed Arif; Şair olduğunda ısrar ediyordu ve sırılsıklam âşıktı 'Zalım Leyla'sına... "Maviye; maviye çalar gözlerin, yangın mavisine.../ Rüzgârda âsi, körsem, senden gayrısına yoksam, bozuksam, can benim, düş benim, ellere nesi?/ Hadi gel, ay karanlık!/ İtten aç, yılandan çıplak, vurgun ve bela; gelip durmuşsam kapına, var mı ki doymazlığım?/ İlle de ille; sevmelerim, sevmelerim gibisi!

Oturmuş yazıcılar, fermanım yazar.../ N'olur gel, ay karanlık!/ Dört yanım puşt zulası, dost yüzlü, dost gülücüklü, cıgaramdan yanar, alnım öperler.../ Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, dönerim dönerim çıkmaz./ En leylim gecede ölesim tutmuş... Etme gel, ay karanlık!"

*****

ve Sait Faik'in, Leyla ERBİL'e yazdığı bir şiir: "Sana koşuyorum bir vapurun içinden; ölmemek, delirmemek için…/ Yaşamak; bütün adetlerden uzak, yaşamak…/ Hayır değil, değil sıcak; dudaklarının hatırası, değil, saçlarının kokusu, hiçbiri değil.../ Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde, ben O'nsuz edemem.../ Eli elimin içinde olmalı, gözlerine bakmalıyım, sesini işitmeliyim.../ Beraber yemek yemeliyiz, ara sıra gülmeliyiz. Yapamam, O'nsuz edemem..."

*****

Edebiyatçılar ve sıradışı yaşamları. Nasıl olmasını bekliyorduk ki! Kelimelere bu kadar farklı anlamlar yükleyip, yepyeni cümleler kuran bu Usta'lar için. Duyguları, yaşantıları da sıradışı işte...

Verilenle yetinmeyen; başka şeylerin, denenmemişin, özgünlüğün peşinde koşan, sıradışı özel insanlar…Hayatını kendi istediği şekilde yaşayan, toplumsal kalıplara boyun eğmeyen, kalemi kuvvetli bu mavi gözlü güzel kadını, Usta'yı yani, Leyla Erbil'i; 9 yıl önce bugün, garip bir Temmuz sıcağında, 19 Temmuz 2013'te, İstanbul'da kaybettik dostlar... Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...