“…
çocuk bahçelerinde şimdi
bir çiçek açsa
hüzün sevince dönüşür
sevinç çiçeğe
-ölüm uçar çocukları kalır
…”
Refik Durbaş ustanın, “barış koyun çocukların adını” adlı şiirinden bir bölüm, bu yazıma kılavuzluk edecek; yüzyıllardır devam eden kavgalara dur diyemiyoruz! Barış çığlıklarımızı göklere savuruyoruz ve ancak dünya hükümdar ve hükümranlarının kulak zarlarından geri dönüyor seslerimiz!
Savaşın ve vardığı yaşatmaz hayatın; bir nefes uğruna kaçanlarına getireceğim konuyu;
Bildiğimiz üzere, dünyanın sözde jandarma komutanlığına soyunmuş, soysuz ABD ve işbirlikçilerince gasp edilmemiş toprak kalmadı dünya üzerinde... Her nerede maddi kazanç olabilecek bir toprak parçası varsa ya da kendi çıkarlarına uygun olmayan bir yer varsa, yaktılar, yıktılar, ezdiler, bastılar, sömürdüler ve zulmettiler. Veya kendi ellerince dahi yapmadan, maşa niyetine başka halklara yaptırdılar. Ne zamana dek; çıkarları tamamen yok olana dek!
Afganistan’ı da, tüm çıkarları sonlanınca, oradaki masum halkı kaderlerine terk ederek ve Taliban gibi şerri hükümlerin aşığı bir yönetim anlayışının kucağına atarak, sözde memleketlerine döndüler.
Laik, sosyal ve demokratik yaşama düşman olan, Afganistan’ın yeni yönetim anlayışı, büyük bir göçün yaşanmasına da sahne oldu doğal olarak… Ve elbet ki, çok şanslı olanlar, yani kabaca kaçabilenler, kendilerini zorluklar içerisinde yakın sınırlardan Pakistan’a ve oradan da muhtemel deniz yolculukları ile Katar’a ve oradan da, hava yolu ile Avrupa şehirlerinden birine atacaklar ve attılar, atıyorlar.
Anlattığım kaçış hikâyesinin çok benzerine, birkaç gün önce basına yansıyan hali ile yine tanık olduk; Afganistan kadın milli futbol takımı oyuncuları ve aileleri –ki, 115 kişilik bir kafileden bahsediliyordu haberlerin içeriğinde, Pakistan sınırından bir şekilde geçmeyi başarmışlardı.
Yurtlarından, ölüm korkusu içlerinde kaçışlarının en büyük sebebi ise, kadın yaşamına, inanılmaz boyutta sınırlamalar getiren Taliban rejiminin ta kendisiydi. Talibana göre kadınların içerisinde olduğu her türlü etkinlik yasaktı. Kaldı ki spor!
Her ne kadar, ülkemizdeki kadın futbolu çok gelişkin olmasa da, minik bir araştırma yaparak, laik, sosyal ve demokratik haklara sahip ülkemizin bu konuyu çok yıllar öncesinde çözdüğünü gördüm. Dünyadaki ilk kadın futbol müsabakası evvelki yüzyılın sonlarında, İngiltere’de oynanmış olsa da, bizde de, geçen yüzyılın ortalarında oynanmıştı. Ve kadın milli takımımız yaklaşık otuz yıldır büyük gelişim göstermekte… İçimizden yetişip, Avrupa takımına transfer olan yıldız futbolcumuz bile var; Melike Pekel. Sonra Lale Orta adını duymayanlar için yazmalıyım; ülkemizdeki FIFA kokartı takan ilk kadın hakemimizdir. Kaleci olarak futbol da oynamıştır. Antrenörlük de yapmış ve hatta Türkiye’nin ilk kadın UEFA gözlemci ve delegesidir de… Kadınlarımızın diğer spor branşlarındaki mükemmelliklerini yazmaya kalksam, ne bu satırlar, ne de bu sütunlar yeter!
Afganistan’ı terki diyar eyleyen futbol takımını düşünürken, varlığından gazeteci-yazar ağabeyim Sedat Kaya’nın bir yazısı ile haberdar olduğum, Danimarka kadın futbol milli takımının da oyuncusu olan ve Paris Saint Germen takımından Amerika kadın ligine, Racing Louisville takımına transfer olan Nadia Nadim’i bir kez daha sizlere tanıtmak istedim.
Nadia, bu Taliban döneminde değil elbet, kahrolası Taliban’ın 2000 yılında hüküm sürdüğü dönemde, babasının rejim tarafından öldürülmesi ile ve henüz 12 yaşında bir çocukken, annesinin kardeşlerini de alarak Avrupa’ya kaçışıyla, belki de ölümden ya da ölümden beter sürecek bir hayattan kurtuluyor. Annesi, evlatlarıyla beraber bir şekilde ve iyilerin de desteği ile Danimarka’ya geliyor ve Nadia’nın hayatı değişiyor burada…
Futbol oynamaya başlayan Nadia Nadim, yılmadan çalışıp, bir kadının neler yapabileceğini ve illa ki, sporcu olmak için Avrupa’da doğulması gerekmediğini ispatlar bir şekilde Danimarka kadın milli takımına kadar yükseliyor. Sonrasında Manchester City ve Paris formalarını da başarıyla terletiyor. Arından da Amerika kadın ligine transfer oluyor. Ve çağdaş bir insan olarak hayatını sürdürmeye devam ediyor.
Evet, bir tarafta spor yapabilmek için vatanlarından olan ve belki de iltica etmek zorunda kalacak olan kadınlar var! Diğer tarafta ise kadını meta olarak görmeyen, aksine hayatın olmazsa olmazı bir güle devşiren bambaşka bir dünya… Bizi ise tam ortada bırakmak istiyor karanlık yüzlüler; bir ‘günaydın’ı bile çok gören kara zihniyet, kahrolsunlar!
Dipnot; “Bir acının izini sürdüm durmadan, aydınlık bir gelecek adına...” Şükrü Erbaş.