Osmanlı arşiv belgelerinde ‘Afgan veya Efgan’ sözcüğü sıkça geçer. Bu durum Osmanlı-Afgan ilişkilerinin epeyce sıkı olduğunu gösterir. Osmanlı bürokrasisi bu sözcükten çok sayıda Türkçe kelime türetmiştir

Afgan emiri, Afgan Müslümanları, Afgan şehzadeleri, Afgan hükümdarı, Afgan sefaret heyeti, Afgan Dergâhı, Afgan muhacirleri, Afgan zabiti, Afgan hanzadeleri, Afgan hükümeti, Afgan başveziri, Afgan bayrakları, Afgan talebesi, Afgan ahalisi, Afgan kabileleri, Afgan kuvvetleri, Afgan aşayiri, Afgan hariciye veziri, Afgan halkı, Afgan hükümeti, Afgan elçisi, Afgan Hanı, Afgan hanzadeleri gibi sözcükler 1908’e kadar kullanıldı. Bu tarihten sonra terminolojide bir değişime gidildiği anlaşılıyor. Batı dillerinden sözcüklerle yeni kelimeler oluşturuluyor: Afgan kralı, Afgan kraliçesi, Afgan prensi gibi. Cumhuriyet döneminde de bu sözcüklerin resmi kullanımda olduğu görülüyor. Atatürk döneminde de Afgan hanı denilmiyor, bunun yerine Afgan kralı deniliyor. Bu dönemlerde Ankara’daki Afganistan Büyükelçiliği, kendini Kübra-yı Şahi-i Afganistan olarak tanımlıyor.

Afgan 2

İLK KEZ EL-BİRUNİ KULLANDI

Bilindiği gibi, Afgan sözcüğü İslam kaynaklarında ilk olarak, 982-983 yıllarında yazılan Hududü’l-âlem ile Reyli edip ve tarihçi Ebû Nasr Muhammed b. Abdilcebbâr el-Utbî er-Râzî’nin (ö. 427/1036) Tarih-i Yemini adlı eserinde geçer. El-Biruni de bu sözcüğü ilk kez kullananlar arasındadır. Doğubilimci G. Morgenstierne’ye göre, genel olarak Dürrani ve ona bağlı küçük aşiretlere Afgan denilmiştir. Afganlar iki ana aşiretten oluşur: Pehtun ve Peştunlar. Pehtunlar (Pathan), Hintlileşmiş olan aşiretlere denilirken, Peştun tüm aşiretleri ifade eden yerli bir sözcüktür. Birçok ana aşiret arasında Gılzayi (Gılcayi, Peştun kabilelerinden), Kerrani, Dürrani, Tarin, Miyane, Hazara, Cıhar Oymak, Devay gibi aşiretleri sayar. Galzayi sözcüğünün de bir Türk aşireti olan Halaci (Halaçlar) sözcüğünden bozma olduğunu ifade eder. Osmanlı döneminde Anadolu ve Rumeli’de 'Halaç' adını taşıyan köylerin bunlarla ilgili olup olmadığı ayrıca araştırılması gereken bir konudur. Bilindiği gibi Afganistan’ın Belh şehri, Afgan Türkistan’ının eski merkezidir. Buradaki Türklerin bir kısmı Anadolu’ya göç etmişlerdir. Afgan müslümanlarının sünni müslüman olması, Osmanlılar ile Afganları birleştiren en önemli faktör olmuştur. İstanbul’da Üsküdar’da Çinili Camii civarında Afgan Dergâhı veya Afgan Kalenderhanesi denilen bir dergâh mevcuttu.

Afgan-1

İSTANBUL'DA DERGAHLARI VARDI

Afganistan’dan hacca gitmek isteyen hacılar genellikle İstanbul’a gelirler, bu dergâhta kalırlar, Osmanlı idaresinden maddi yardım talep ederlerdi. Osmanlı sultanları, Afgan hacıları mümkün olduğu kadarıyla bu desteği vermeye çalışırdı. Zira Orta Asya’dan özellikle Buhara, Semerkand ve Harezm bölgesinden İstanbul’a gelen hacı adayları, hem hilafet merkezi olan İstanbul’u ziyaret ederler hem de halife olan Osmanlı sultanlarından destek talep ederlerdi. Osmanlı idaresi, Afgan aşiretlerinin aralarındaki çatışmaları, İstanbul’dan izlemeye çalışırdı. Mücadeleyi kaybeden Afgan reislerinin bir kısmı Osmanlı ülkesine sığınırdı. 19 ile 20'nci yüzyıla ait Osmanlı arşiv belgeleri incelendiği zaman, Afgan ileri gelenlerinden pek çok kişinin Osmanlılara sığındığı belgelenebilmektedir. Örneğin 1819 yılında Afgan Şahı Zaman şah, Osmanlılara sığınmış; kendisi Lefkoşa’da iskân edilmişti. 1847’de Hacı Lali Han, Tarsus’ta yerleştirildi. 1884’te Muhammed Hasan Han, Mekke’de; 1886’da Gulam Muhammed Tarzi, Bağdat ve Şam’da ikamet ettiler. 1892’de Afgan hanzadeleri Bağdat’ta misafir edilirken, 1893 yılında Muhammed Hüseyin efendi Bağdat ve İstanbul’da misafir edildiler. 1896’da Afgan şehzadesi Muhammed Azam Efendi Bağdat’ta; 1911’de Afgan ulemadan Şeyh Muhammed Abdullah, Üsküdar’da misafir edildiler. 1897’de çok sayıda Afgan muhacir Osmanlı ülkesine geldi. Bunların büyük kısmı Küdüs’e yerleştirildi.

Siyasilerin iltica etmesi geleneği

Osmanlı idaresi, Petersburg’daki Osmanlı sefiri vasıtasıyla, Rusların Afganistan’daki faaliyetleri hakkında bilgi almaya çalıştı. Afgan kralı Emanullah Han, Atatürk’ü 1928’de Ankara’da resmi olarak ziyaret ederek tanıyan ilk devlet başkanıdır. Atatürk, İngilizlere karşı savaştıkları için, ‘Afgan milleti ile Türk milletinin iki kardeş millet oldukları’ vurgusunu yaptı. Afgan siyasilerinin Türkiye’ye iltica etmesi geleneği, Cumhuriyet devrinde de devam etti. Tarzi ailesinden Resmiye Tarzi, 1938’de Türkiye’ye sığındı. Afganistan’ın modernleşmesi için çalışan dışişleri bakanı Mahmut Tarzi ailesinin torunlarının halâ Türkiye’de yaşadığını belirtmek gerekir. Afgan çocuklarını Harbiye’de subay olarak eğitme geleneği Cumhuriyet devrinde de devam etti.