Orta Asya tarihçisi Robert McChesney, 'Özbek' teriminin tarihte altı farklı anlamda kullanıldığını yazar. İlki, 15'inci yüzyıl ortalarından itibaren Cuci ulusunun neslinden gelenlere askeri destek sağlayan Türk-Moğol aşiret grupları içindi

Orta Asya tarihçisi Robert McChesney'in aktardığına göre, 'Özbek' terimi ilk kez, 15'inci yüzyıl ortalarından itibaren Cuci ulusunun neslinden gelenlere askeri destek sağlayan Türk-Moğol aşiret grupları için kullanıldı. Şibaniler, Arapşahiler ve Caniler bunlardandır. İkinci olarak, 16'ncı yüzyıl ile 19'uncu yüzyıllar arasında Mangıt, Kungrat, Argun, Kıpçak, Kırgız, Karluk, Kalmuk, Alçın, Kıyat, Uyrat (Oyrat), Nayman, Katağan, Kanglı (Kangulı), Utart, Durman, Arlat, Kerayit, Ming, Yuz, Celair, Saray, Onggut, Tanggut, Merkit (Makrit), Karı, Oğlan, Uşun, Kemkaş, Tatar, Kırk, Kuşçu, Uygur ve Bahrin aşiretlerine 'Özbek' denildi. Bu aşiretlerin bir kısmının ismi zamanla tarihi kayıtlarda ortadan kayboldu ama Mangıt, Kenikas, Kongrat, Yüz ve Katağan isimleri modern zamanlara kadar geldi. Üçüncüsü, 16'ncı yüzyıl başlarında, Cuci ulusundan Orta Asya’da ortaya çıkan iki yeni sülaleye verilen isimdir. Bunlar, kökenleri Şiban b. Cuci b. Cengiz’e dayanan Ebulhayriler ile Arapşahilerdir (Yadgariler). Dördüncü kullanım, kendisini yukarıda belirtilen aşiret gruplarına bağlamayan, şehirleşmiş Türkçe konuşanlar içindi.17'nci yüzyılda, kültürsüz ve cahil kişi anlamında, köylülere ve aşiret mensuplarına da (sahra-nişin) 'Özbek' denildi. Son olarak da 19'uncu yüzyılın sonu ile 20'nci yüzyılın başlarında Kuzey Afganistan’da hüküm süren Dürrani Afganları için -Türkçe konuşsunlar veya konuşmasınlar- Özbek tanımlaması yapıldı.

1.Yazı 1

BELGELERDE YER ALIYOR

Osmanlılara gelince; Özbek sözcüğü ve bununla bağlantılı sözcükler, 16'ncı yüzyıl Osmanlı metinlerinde geçer. Özbek Hanı, Özbek neferi, Özbek padişahı, Özbek sultanı, Özbek taifesi, Özbek karyesi, Özbek sefiri, Özbek elçisi, Özbek medresesi, Özbek tekkesi, Özbek aşayiri, Özbek tarafı, Özbek hükümdarı, Özbek Nakşi Tekkesi, Özbekler Tekkesi, Özbek fukarası, Özbek ayanı, Özbek hacılar, Özbek şehzadeleri, Özbek Baba Camii, Özbekler Kalenderhanesi bunlardan bazılarıdır. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Özbek adını taşıyan köyler, 16'ıncı yüzyıldan beri mevcuttu. İzmir, Erzurum, Bursa, İznik, Sultanhisarı ve Ezine’ye bağlı Özbek isimli köylerin mevcudiyeti belgelenebiliyor. Bu köylerin ne zaman kurulduğu ve Özbeklerle bağlantısı ayrıca araştırılmalıdır. 1762 tarihli bir Osmanlı arşiv belgesinde Sultaniye kazasına bağlı Karacaviran köyünde Özbek Baba Camii'nden söz edilir. Bağdat ve Mekke’de birer Özbek tekkesi mevcuttu. Medine’de bir Özbek medresesi vardı. Mısır’da Özbek Nakşi tekkesinden söz edilir. İstanbul’da Kadırga Limanı’nda Buharalılara mahsus Özbekler tekkesi (Nakşibendiye tekkesi) belgelenebiliyor. Üsküdar’daki Özbekler Dergâhı biliniyor. Özbek hacıların çoğu İstanbul’a uğrayarak Mekke ve Medine’ye giderlerdi. Osmanlı belgelerinde Medine’de Özbek fukarası ile Özbek ayanından söz edilir.

ÖZBEK ELÇİLERİ GELİYORDU

Özbek hanlıklarıyla olan siyasi ve mezhebi ilişkilerden dolayı İstanbul’a çok sayıda Özbek elçisi geldi. Hatta 1732 yılında Abdürrahim Han isimli bir Özbek şehzadesinin İstanbul’da olduğu belgelenebilmektedir. Özbek sözcüğünün kullanımına en ilgi çekici örnek olarak, Özbek Bey isimli önemli bir şahıstan söz etmek gerekir. Bu zat, 1579 yılında, İran’a tabi beylerden iken, Sünni olduğunu iddia ederek Osmanlı devletine iltica etmek istemiş ve Osmanlı idaresi kendisine Merv-i Ömerabad köyünü tımar olarak vermiştir. 1752 tarihli bir Osmanlı belgesinde ise, Doğubayazit civarına Özbek aşiretlerinin geldiğinden söz ediliyor ama ayrıntılı bilgi verilmiyor. Osmanlıların Özbek aşiretlerini ayrıntılarıyla bildiklerine dair bir veri yoktur. Anadolu’nun iskânında, Horzumlular (Harizmliler) gibi aşiretleri dikkate almazsak, yukarıda Özbek olarak adlandırılan büyük aşiretlerinin pek önemi bulunmamaktadır.

Kaynaşmadan doğan yeni bir kavim mi?

Özbek sözcüğü Anadolu’da, daha çok Nakşi ve Kalenderi tarikatları mensupları tarafından yaygınlaştırılmışa benziyor. Dürrani sözcüğü ise Osmanlı literatüründe sıkça geçmez. Sadece 1763 yılında Ahmed Şah Dürrani, Şii tehlikesinden dolayı Osmanlı devletinden destek talep etmişse de onun bu isteği kabul edilmemiştir. Merhum Prof. Faruk Sümer, Özbek’in, ‘Moğol ve Türklerin karışma ve kaynaşmasından meydan gelen yeni bir kavim olduğunu’ yazar. Ona göre 16'ncı yüzyılda Osmanlılar ve Safeviler, tarih sahnesinde önemli roller oynamışlar ama Özbekler, Türkistan’da siyasi tarih ve kültür tarihi bakımından mühim bir rol oynamamışlardır.