Geçen hafta Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde gerçekleşen bir toplantıdan söz etmek istiyorum bugün.

Yeni yılın ilk haftasında geleceğe dönük özlemlerden söz etmeyip de ne yapacağız? Yerel Reform Girişimi’nin, ‘Yerel Reform Buluşmaları’ kapsamında Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi işbirliği ile düzenlediği “Merkezi İdare ve Yerel Yönetimler Yetki Paylaşımında: İdari ve Mali Özerklik” başlıklı toplantı, günümüz siyasetinin en yaşamsal sorunu olan Kürt politikasındaki yeni gelişmelere de ışık tutabilecek bir boyut içeriyordu. Yerel yönetimlerin özerkliği, ülkemizin de üyesi olduğu Avrupa Konseyince 1985 yılında imzaya açılıp, 1 Eylül 1988’de yürürlüğe giren ‘Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ ile güvence altına alınmış; ülkemiz de 1992’de TBMM’de sözleşmeyi -birkaç maddeye çekince koyarak- onaylamıştı. Peki, imza koyduğumuz bu sözleşmeye uyduk mu? Sorunun yanıtını biliyorsunuz… İşte, Yerel Reform Girişimi’nin buluşmaları bu sözleşmeye uymanın gerekliliğini anımsatırken, merkezi idare ile yerel yönetimler arasındaki ilişkiler konusunu tartışmaya açıyor.  

Toplantının açılış konuşmasını ev sahibi İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Dr. Cemil Tugay yaptı. Tugay konuşmasında ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş ile birlikte gittikçe artan bir vesayetin belediyeler üzerinde hakimiyet kurduğunu söyleyerek, kayyum atamaları ile antidemokratik dönemin zirvesini yaşadığımızı vurguladı. CHP’nin sosyal belediyecilik uygulamalarının farklı baskı ve kısıtlama teknikleri ile engellenmeye çalışıldığının altını çizen başkan Tugay, “sivil toplum kuruluşları ve meslek odaları ile birlikte şehri yönetmek için çaba gösteriyoruz” dedi. İkinci konuşmayı yapan Yerel Reform Girişimi’nin öncüsü ve derneğin başkanı, Ankara Belediyesi’nin efsanevi başkanlarından Murat Karayalçın, 16 yıl bakanlık yapan, 1939 yılında Başbakan olan Dr. Refik Saydam’ın “Türkiye’de A’dan Z’ye her şey bozuk” sözüne atıf yaparak, DPT’den Ortadoğu Amme İdaresi’ne pek çok kuruluşun hazırladığı raporlarda kamu yönetimindeki yanlışların saptanmasına karşın hiçbir düzeltmeye gidilmediğini, kamu yönetiminde reform sözlerinin ‘hoş bir söylem’ olarak kaldığını söyleyerek, özerkliğin yerel yönetimlerin varlık nedeni olduğunu vurguladı ve Yerel Reform Girişiminin bu konuda kapsamlı bir hazırlık içinde olduğunu belirtti.

Toplantı, Yerel Reform Girişimi Derneği Yönetim Kurulu üyesi Dr. Nazlı Kayı’nın kolaylaştırıcılığındaki panelle sürdü. İki akademisyen, Prof. Dr. Levent Köker ve Dr. Aydın Arı ile eski parlamenter ve belediye başkanı Bülent Baratalı özerklik mali ve idari özerklik kavramlarını bilimsel çerçeve ve uygulamadaki sorunlar açılarından irdelediler. Devletimizin özerklik kavramına yaklaşımını belirleyen her zaman kuşkular ve korkular oldu. Merkezi hükümetle yerel yönetimler arasındaki ilişki hiyerarşik bir ilişkiden yönetişim anlayışına evrilemedi. 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun sağladığı idari-mali özerklik, AKP döneminde muhalif belediyelerin bir kısmına -özellikle HDP ve DEM Partili belediyelere- kayyum atamaları gerçekleşirken, bazı yetkiler merkezi idareye devredildi. Anayasa uyarınca ‘istisnai’ durumlarda yapılabilecek bu uygulama son 8 yılda 154 kez gerçekleşti” diyen Karayalçın,  demokrasilerde çifte standardın olamayacağını, yerel yönetimler üzerindeki vesayetin kalkması gerektiğini savunurken, bunun ‘siyasi özerklik’ olmadığının altını çiziyor.

Özerklik sözcüğünün benim açımdan bir başka önemi daha var. O da, 70’li yıllardan bu yana ısrarla savunduğumuz ‘Özerk Sanat Kurumu’ kavramı. Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından kamu sanat kurumlarının özerkliğini savunduk yıllar boyunca. İki dönem sözcülüğünü üstlendiğim Özerk Sanat Konseyi Girişimi, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Şehir Tiyatrolarının ‘bağlı’ kurumlar olmak yerine idari, mali ve sanatsal özerkliğe sahip kuruluşlar olması gerektiğini savundu. Bu sav, Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanlığı döneminde kabul gördü, önce Özerk Sanat Konseyi Girişimi ile Bakanlık arasında bir protokol imzalandı, ardından sanat kurumlarının özerkliğini hayata geçirecek bir yasa tasarısı üzerinde çalışmalar başlatıldı. Ne var ki, hükumetin ömrü bu tezi hayata geçirmeye yetmedi. Ercan Karakaş döneminde çalışmalar yeniden hız kazandı ama Karakaş’ın Bakanlık görevinin sona ermesiyle o da akim kaldı.

Sözün burasında, hazırladığımız yasa taslağının AKP’nin hazırladığı TÜSAK tasarısına taban tabana zıt olduğunu belirtmem gerek. TÜSAK tasarısı kamu sanat kurumlarını özerk statüye kavuşturmak yerine, kamu yönetimini sanat alanından çekerek, bu alanı özel sektöre terk etmeyi amaçlıyordu. Sanat camiasının tepkileri sonucu bu taslak geri çekildikten sonra, siyasal iktidar sanat kurumlarında çalışan sanatçıları merkezi idarenin emrindeki memurlar olarak görmeyi sürdürdü. Devletin resepsiyonlarında şarkı söylemek zorunda bırakılan sanatçıların tepkisiz kalması bu dönemin acı gerçekleri arasında. 50’li yıllarda siyasi iktidar Büyük Tiyatro’yu balo salonu olarak kullanmak istediğinde Muhsin Ertuğrul’un D.T. Genel Müdürlüğünden istifası çoktan unutulmuştu… AKP iktidarının katma bütçeye sahip kurumların genel bütçeye tabi olmaları hükmünü getirmesiyle, Devlet ve Şehir Tiyatrolarının da aralarında olduğu pek çok kurum idari-mali özerklikten yoksun kalırken, yönetmelik değişiklikleri sonucu sanat kurumlarının sanatsal özerklikleri de tartışmalı hale geldi. Umarım Sayın Karayalçın’ın çabaları özerklik sözcüğünün korkulacak bir kavram olmadığının anlaşılmasına katkı sağlar da, sanat kurumlarının idari-mali ve sanatsal özerkliği kavramı yeniden gündemimize girer.