Bir ülkenin doğası tehdit altındaysa, ilk ses çevrecilerden yükselir. Çünkü onlar bilir ki bir ağacın suskunluğu, bir toplumun çığlığına dönüşebilir.
Ama ne yazık ki Türkiye’de artık sadece ağacı değil, onu savunmayı da paraya bağlamış durumdayız. İzmir Bayraklı’da orman sınırları dışına çıkarılan alan için açılan çevre davasında, Danıştay 180 bin TL’lik keşif ücreti talep etti.
Bu rakam öyle bir miktar ki, sadece doğayı değil, hukuku da kuşatma altına alıyor. "Çevre mücadelesi halkın mücadelesidir" diyoruz ya… Halktan bekleniyor bu bedel. Oysa bu, “hakkınızı savunabilirsiniz ama paranız varsa” demekten başka bir şey değil.
Avukat Arif Ali Cangı çok yerinde bir tespitte bulunuyor: Bu, bir yargılama gideri değil, doğrudan caydırma aracı. Bilirkişi keşfi için bu kadar astronomik bir ücret istenmesi, “Çevreyi savunma, dava da açma” demek gibi. Savunmanın kendisi kadar, savunmayı mümkün kılacak yollar da yok ediliyor.
Bugün bir ormanı kurtarmak için devletin kapısını çalan yurttaş, 180 bin liralık bir duvarla karşılaşıyor. Yarın bir akarsu, bir zeytinlik, bir kuş göç yolu için açılacak davalarda da aynı “mali barikat” önümüzde olacak mı?
Bu tabloyu gören her vicdan sahibi şu soruyu sormalı.
"Biz gerçekten adaleti mi arıyoruz, yoksa susturmanın yeni yollarını mı icat ediyoruz?"
Çünkü mesele sadece bir keşif ücreti değil. Mesele, “Doğaya dokunma” diyenin sesini kısmak. Ve bu ses sustuğunda, sadece ormanlar değil, vicdan da çoraklaşır.