Selene'nin aşkı
En Eski Aşk Şiiri
Güveyi, kalbimin sevgilisi
Güzelliğin büyüktür, baldan tatlı
Aslanım, kalbimin kıymetlisi
Güzelliğin büyüktür, baldan tatlı.
Benim okşayışlarım baldan tatlıdır
Yatak odasında bal doludur
Güzelliğinle zevklenelim
Aslanım, seni okşayışım
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.
Güveneyim, benden zevk aldın
Anneme söyle, sana güzel şeyler verecektir
Babama söyle, armağanlar verecektir.
(Ludingirra, Çev: Muazzez İlmiye Çığ)
Muğla’ya Söke – Milas üzeri gelişte, Aydın – Muğla sınırında bir billur çanak görülür. 60 km2lik “tepsi dolusu gümüş” ya da “tepsi dolusu gülüş” olan Bafa Gölüdür bu. Şimdilerde unutulmuş yöresel adı “Vafi Denizidir” bu doğa harikasının. İlkçağda Latmos Körfeziyken, Büyük Menderes'in taşıdığı alüvyonlar, Körfezin ağzını kapatmış. Kuzeyince Latmos (Beşparmak) dağları kalkınır, güneyi boyunca Ilbıra dağı serilir. 20 km boyunca yol kendisini, Bafa Gölünden koparamaz. Baktığınızda, zeytinlerin üstünden, Göldeki Kahve Asar, ikiz, Menet ve Herakleia önündeki adalar çarpar gözünüze.
Dünyanın hiçbir yerinin mehtabı, Bafa’nınkiyle boy ölçüşemez. Bu gizemli güzellikler, bir söylenceye, bir tanrıçanın aşk öyküsüne dayanır.
“Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,
Rüyalarım kadar taze, güzeldin,
Başbaşa uzanırdık günlerce ıslak
Çimenlerine yaz bahçelerinin.
Ömrün gecesinde sükun, aydınlık
Boşanan bir seldi avuçlarından
Bir masal meyvesi gibi paylaştık
Mehtabı, kırılmış dal uçlarından.”
(Ahmet Hamdi Tanpınar)
Şu söylencebilim ( mitoloji ) ne garip bilim ya da sanat dalıdır. Bazen bir tanrının kızı diye anlatılan tanrıça, başka bir anlatımda, o tanrının sevdiğiymiş gibi karşımıza çıkar. Bazen bir sanatın birden fazla tanrısı veya tanrıçası varken, bazen de bir tanrıça, üç ayrı göksel güç ayrı kişilikte dile getirilir.
Bunun nedeni, doğa olaylarını bilimsel olarak açıklayamayan ilkel insanın, bunları bir takım doğa üstü güçlere bağlamasıdır. Kaldı ki; toplumlar, birbirleriyle ilişkilerinde, birbirlerinin tanrı ve tanrıçalarını kendi kültürlerine almıştır.
Konumuza dönersek; anlatacağımız, sanatçıları, dahası, insanlığı çağlar boyunca ilgilendirmiş öykünün kahramanı da, üçlek bir tanrıçadır. Adını yazımın başına aldığım “Selene” de böyle bir tanrıçadır. Bilgi kaynaklarında çoğu zaman; Artemis’in bir versiyonu olarak verilir. Şöyle: Aslında Ay ve Av; Efes’te Ana tanrıça olarak saygı ve tapkı gören bu ulu ece; karanlık gecelerde Hekate (Lagina’da olduğu gibi) ve Aylı gecelerde Selene olarak selamlar bizi. Görsel kanatlarda, iki atın çektiği gümüş tekerlekli bir araba üstünde dolaşan güzel bir şeklinde gösterilir. Işık ve Güzel Sanatlar Tanrısı Apollon (yani güneş), her sabah “EOS”, (Gül Parmaklı Şafak) olarak doğuyor; dört atın çektiği altın şarı (gök arabası) ile dünyayı aydınlatıyor, akşam olunca da, batıda, dünyanın sonunda yitip gidiyordu. Apollon yok olunca nöbeti Artemis (burada Selene) alıyor; biraz körez de (zayıf) olsa , dünyayı ışıtıyordu. Dünya kuruldu kurulalı böyleydi bu ve durdukça böyle sürüp gidecekti…
İşte Selene, bu yolculuklarından birinde Latmos (Beşparmak) dağı eteklerinde, sürüsünü otlatan bir çoban olan Endymion’u gördü. Gökte bir an durdu; bakışlarını sivriltip baktı karayağız Anadolulu gence. Ne oluyordu böyle; Selene ulu bir tanrıça iken, gönlünü mü kaptırıyordu bu delikanlıya. Başı döndü, gözü karardı. Bafa üzerinde, görülmemiş bir olay yaşanıyordu: Selene (Ay), gökyüzünde durakaldı. Kolibri (arı kuşu) gibi mi desem, günümüzün insansız hava aracı drone mu desem? Evet, Ay, resmen fotoğraf gibi sabitleşmişti.
Çok geçmeden ay, bilindik rotasından saparak, gelin gibi aşağı süzülmeye başladı. Süzüldü, süzüldü; sanki kanatlarını toplayarak, bizim Muğlalı çobanın önüne iniş yaptı. Siz Endymion olsanız şaşırmaz mısınız? Koskoca tanrıça işte, helen önünde, elini uzatsa tutacağı yakınlıktaydı.
Elini uzatmasına gerek kalmadı; güzel tanrıça, Karya dağlarının çobanını elinden tutarak, oracıktaki mağaraya götürdü.
İkisi bugün de “Endymion Kutsal Yeri” denilen, yukarıdan aşağı ikiye bölünmüş küreyi andırır mağarada başbaşa, göz göze kaldırlar. İkisi de kendilerini Aşk Tanrıçası Eros’un mest edici kollarına bırakmıştı. Evet evet, aşk, hükmünü icra etmişti.
Aşıklar, aşk yuvalarında ne kadar kaldılar, bilemiyorum. Ama bildiğim bir gerçek var. Tanrıça Selene, tanrıça olalı beri, ilk defa dünyayı ışıtma görevini ihmal etti.
O günden, daha doğrusu o geceden sonra Ay Tanrıça Selene, her gece, gökyüzündeki yolculuğunu biraz aksatıp, Endymion mağarasına iniyor, yakışıklı çobanla hoşça vakit geçiriyordu.
“Yakışıklı” dedim ama, bu yakışıklılık ne kadar sürecekti? Günün birinde bizim hemşehrimiz de yaşlanacak yüzünü ve tüm vücudunu yılların yıpratıcılığı sarmayacak mıydı? Ne yapabilirdi Tanrıça? Efendim? Sevgilisini ölümsüz mü kılsındı? Olur mu hiç? Tanrılar, ölümsüzlüğü kendilerine ayırmışlardı. İnsanlar ölümsüz olursa, tanrılığın ne kıymeti kalırdı?
Selene’nin yapacağı tek şey vardı: Sevgilisini sonsuz uykuya yatırmak! Öyle de yaptı; her gece mağaraya gelip, göksel bir aşkla sevdiği Bafalı çobanla buluşuyor, bir süre sonra gökyüzündeki görevine dönüyordu.
İşte bu yüzden efendim; Bafa’nın mehtabıyla, dünyanın hiçbir yerinin mehtabı boy ölçüşemez.
Yine o gün bugündür, ay, bulutların arasına saklandığında, yöre halkı “Selene yine Endymion ile buluştu” der oldu…
BİR DOĞUM GÜNÜ İÇİN
Göklerin yüzü güldü mü
Dünyaya geldiğin zaman?
Azgın sular duruldu mu
Dünyaya geldiğin zaman?
Yıldızlar halin sordu mu
Bulutlar selam durdu mu
Yerlerin kalbi vurdu mu
Dünyaya geldiğin zaman?
Aşkını candan duymuşum
Canım yoluna koymuşum
Tam (dokuz) yaşımdaymışım
Dünyaya geldiğin zaman.
Kimbilir nasıl güzeldin,
Göklerden yere süzüldün…
Benim alnıma yazıldın
Dünyaya geldiğin zaman.
( Sabahattin Ali ) 1933