Yarım asırı geçti yaşım. Kendi planlamam değildi “yukarı mahallede” doğmak. Ya da “İzmir’de” dünyaya gelmek. Ama mutluyum… Tüm yaşadıklarıma rağmen mutluyum. Şehrimi, insanlarımı, insanlığı yüreğimden seviyorum. Makamların bana saygısı yok ama, benim makamlara saygım var. “Devlet” kavramını asla “kutsallaştırmam”. Devlet ancak mutlu milletle, mutlu halkla vardır. Çağlar değişse de bu gerçek değişmez.
Yaşım ilerledikçe “takıntılarım” artıyor ama. Dayanamıyorum “her şeyi” menfaatle ölçen, biçenlere. Dayanamıyorum üç günlük dünyada kibirle hareket edenlere, yıkanlara, kıranlara. Bazen içimden, liste yapıp alayını “eşek sudan gelinceye dek” dövmek geliyor. Ama yaşamımda kimseye el kaldırmadım ki ben! Kıyamam canı olana el kaldırmaya. Kabul edemem bir canlının diğerini dövmesine, öldürmesine. Beynimle yüreğim çoğu zaman “kardeş kardeş” geçinirler. Arada “kavga” ettiklerinde de “tansiyonum” çıkar, o kadar.
Lakin mevzu İzmir olunca sabrım taşıyor. Mevzu İzmir olup da İzmir’i “hissetmeden” ahkam kesenleri “insan” göremiyorum. Hele de “ayrım” yapanları kabul edemiyorum.
Aziz Kocaoğlu Başkan, bir akşam üstü aramıştı ya da gelmişti. Bir bayram öncesiydi. Benden çıkıp “gazeteci” gözüyle mezarlıkları dolaşmamı istemişti. Emir telakki ettim. Üç dört gün, İzmir merkezdeki büyük kabristanları dolaştım. Telefonumla fotoğraflar çektim. Ama bir kabristanda gördüğüm iki mezar beni öyle etkiledi ki… Hangi kabristan, mezarlar kimlere ait önemli değil. Önemli olan başka.
Mezarlardan biri devasa, taşları falan kocaman. Taşında “ağır ceza reisi …” yazıyor. Diğerinde ise “bilmem nereli” “manav…” . Manavın mezarı metal kafesle örtülü, yere yakın. Diğeri gibi büyük değil. Ölüm tarihleri de birbirine yakın. Sanıyorum ikisi de 70 civarı vefat etmişler. Büyük mezarın önünde bir oturak gibi taş vardı, ona oturdum. Karşımda ikisinin de mezar taşı. Kaç dakika kaldım bilemiyorum ama, şoför arkadaşımın uyarısıyla kalktım. Heyecanla da fotoğraf çekmedim, unuttum.
Fakat günlerce gözümün önünden gitmedi o manzara. Bir ağır ceza hâkimi ile bir manav yanyana yatıyorlar. Yaşamlarında belki bir kez olsun karşılaşmadılar. Ne manavın işi oldu adliyede ne de reis bey bir maydanoz aldı o manavdan belki de. Her şekilde birbirinden çok farklı iki kişi yani. Manavın taşında nerede manav olduğu yazıyordu. Bornova civarında bir semt. “Arka sıra” anlayacağınız. Hâkim ise belki de İzmir’de bile doğmadı, İzmir’e tayin oldu, emekli oldu ve yerleşti. Vakti gelince de emr-i hak vaki oldu ve gitti.
İşte yaşam işte ölüm… Peki arada ne var?
Okuduğunuz bu satırları yazarken, yine girdim o düşüncelere ben. Ama gel de çık çıkabilirsen.
İzmir…
Son 30 yıldır İzmir basınının içindeyim. Sadece AKP devri değil öncesini de hatırlıyorum.
Yok dostlar yok… Gerçekten kadim İzmir’e dokunulacak her güzel iş ya yarım kalıyor ya da kadük oluyor. Tunç Soyer başkanlık yarışında, çok uzun zaman duyulmayan bir vurgu yaptı. “Arka sıradakiler” dedi, “önde ne varsa arkada da o olacak” dedi.
Aman Allah’ım, bu kez orman yangınından salgına, depremden sele ne varsa yaşadı Başkan…
Vazgeçti mi? Hayır, hayır da bu kez zaman geçiyor. Ona rağmen “dokunmaya” devam ediyor. Çeşmeler, anıtlar, binalar var gündeminde. Bir de “Kültürpark” … Projeler hazırlanıyor, kamuoyuna sunuluyor. Ardından ciddi tartışmalar… Anormal mi? Değil tabii, herkes fikrini özgürce dile getirmeli. Herkes amacını saklamadan haykırsın. Fakat söz konusu Kültürpark olunca biraz daha dikkat gerekmez mi?
Rahmetli Piriştina zamanında da “işler yapıldı”. TRT binası falan yıkıldı, Çamlık Senar, Nejat Uygur falan? Ya o “gül bahçesi”? Sancar Maruflu ile günlerce haykırdım ekranda. Ama “ses” çıkmadı. Ardından otopark tartışması… Yapıldı. İyi de oldu. Ama arada çok zaman kayboldu.
İzmir’de ciddi bir “aidiyet” sorunu var. Demedi demeyin ama, bunun nedeni de 1922 öncesi ve sonrası. “İzmir kimliği” hatta “İzmirlilik kimliği” 1922 Eylül sonrası ciddi tahribata uğramış. Herkes de memnunmuş açıkçası. O fuar alanının hafriyatının durumu hiçbir zaman konuşulmadı. Yangının gerçek nedeni ve sonuçları araştırılmadı, yangın alanının uğradığı yağma merak edilmedi. Oysa yangının yok ettiği bir kentin bir bölümü değil belki de tarihi kimliğinin büyük kısmıydı. Fakat devreye hemen “romantizm” girdi. Fuarın hafriyatını kaldırırken ölen atlar anıtlaştırıldı ama, “yağma sırasında organize suçlar” gizlendi. TBMM gündeminde bile günlerce tartışıldı “İzmir” ama İzmir bunları duymadı. 1922 Ekim, kasım gizli oturumlarında acaba İzmir nasıl konuşuldu?
İzmir, yangından sonra İzmir dışından “getirilen”, davet edilen kitlelerce “kimlik değişimine” uğratıldı. Ama İzmir’in “gavur lakabı” değişmedi. Garip gelmiyor mu size?
İşte İzmir’in tarihsel farkı burada. İzmir, kendine gelenleri öyle ya da böyle, eksik ya da tam “İzmirli” yapar. Yaptı da… Fakat bu kez, İzmir’e “egoist menfaatçilik” girdi. Kordon’daki güzelim mimari bir Levanten müteahhidin kurbanı oldu. O sakız evleri yapanlarla oturanlar farklı olduğundan, Kordon’da “İzmir aidiyeti de” kalmadığından güzelim yol “beton menfaatçiliğine” kurban oldu. Şimdi bağırsan ne çağırsan ne?
O kadar çok yazmak istiyorum ki İzmir’in “saklı geçmişini”? Ama yaşadığım da o kadar kötü anı var ki “kimliksizler güruhundan”! “Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil” yani!
Canım şehrimin öyle yerleri, mekanları, alanları var ki hala. Sanki koro halinde bağırıyorlar: “İşte biz İzmir’iz, biz de İzmir’iz. Biz de öyle anılar var ki, gelin artık, dokunun bize”!
Bu mesele bugünün de değil. Bugün Büyükşehir, tarkem, vakıflar idaresi, ilçe belediyeler, bazı üniversiteler ellerinden geleni yapmaya çalışıyor ama mesele bugüne ait değil. Önce bir “teşhir” edilmesi gerekiyor. İş adamlarının vicdanlarına hançer sokulması gerekiyor. Para sahiplerinin yüzlerine karşı bazı kabirler gösterilip “bir gün gideceğiniz yer burası, gideceğiniz yerde paranız da geçmez. Ama torunlarınıza adınızı bırakabilirsiniz” demek gerekiyor.
İnanın İzmir’de neredeyse 200 yıldır “ellenmeyen” mahalleler var. Ve o mahalleler bu kez doğanın hedefinde. Geçen gün bir eski sinagogun duvarı yıkıldı. Sinagog mülkiyeti hazinedeymiş. Alınamaz mı? Ya Emniyet Oteli? Ya Patlıcanlı yokuşundaki Mevlevihane alanı? Acem Tekkesi, Bektaşi dergâhı? Neler neler daha? Hepsi tarih, hepsi İzmir kokuyor. Ama gerçek İzmir!
Aidiyet ve kimlik kavramlarını yeniden masaya yatırmak gerekiyor. Sığ siyasetin yerini bilgiye devretmek gerekiyor. Belediye meclis üyelerini “İzmir aidiyeti ve tarihi” hakkında bilgilendirmek, eğitmek gerekiyor. Örneğin Basmane’de inanılmaz yanlışlar var, imar affı bahanesiyle katledilen, gölgelenen tarih var. Söyler misiniz Kıbrıs Şehitleri ve civarı nedir?
Neyse diyemiyorum… Atılsam da küfür de yesem konuşmaktan, yazmaktan vazgeçmeyeceğim. Siyasi cahil tarafgirliklerle de yürümem. Doğru bildiğim neyse o. Babam olsa tanımam tarih katledeni. Ama galiba ben bir “deliyim” hem de yapayalnız!
E ne yapayım? Gülün geçin o zaman. Nasılsa devran dönecek, eminim bir gün başka bir deli de sizin kabrinizi yazacak!
***
İlçe belediyelerine çağrımdır!
Karaburun Belediyesi meclis üyesi Doğan Özuslu aradı geçenlerde. Çok kibar ve ilgili bir meclis üyesi. Davet ettim, bugün yarın gelir. Karaburun tarihi ile ilgili “doğru bilgiden” yana. Telefonu kapattıktan sonra düşündüm. Tek tek dolaşacağım belediyeleri. Gaziemir, Bayraklı, Buca ziyaretleri yaptım. Belediyelerin “ilçe tarihi ve kültürleriyle” net ilgileri ne yazık ki tartışma düzeyinde. Kitap, yayın gibi konularda İzmir dışı ne kadar etki varsa hepsinden yararlanıyorlar ama İzmir’in kendi öz değerlerini hep “kafesteki kuş” gibi görüyorlar. Bunu suçlamak için değil, tespit için yazıyorum. İzmir’de bir kooperatif kuruldu: “İzmir Yazarlar Kooperatifi”. İnternet adresleri de: www.izyako.com. Uzun yıllar İzmir Valiliği’nin Basın Halkla İlişkilerini muhteşem yürütmüş, üniversitede dersler vermiş, güzel bir kalemi ve yüreği olan ağabeyimiz Ercan Doğu da kooperatif başkanı. Kooperatif bir ilk İzmir’de. İlk kitaplarını da yayımladılar, üçüncüsü yolda. Mustafa Uzel’in “İzmir Mevlevihane’si” sonrası kitabı, İzmiroğlu Cüneyt Bey konulu. İlk iki kitapsa Erdoğan Baysal’ın “İzmir'in Dağlarında 2 Cilt” ve Ercan Doğu’nun, hem çocuklar hem de “herkes” için yazdığı deneme, öykü tadındaki “Kıymıjı Balık Dedemin Yarısı.”
İşte sayın ilçe belediye başkanlarından dileğim de şu. Biliyoruz ki başta İstanbul olmak üzere neredeyse her kitap yazana el veriyorsunuz. Şimdi İzmir’in bir “organize” yayın kooperatifi var. Bir yanı tarih, bir yanı duygu bu kooperatifin.
Artık takdir sizin öncelikle Sayın Konak, Karabağlar, Balçova, Bayraklı, Karşıyaka, Bornova, Çiğli, Gaziemir, Buca Belediye Başkanları. El verin ki kentinize, el alabilin!