Yılbaşı için hazırlıklar yapılıyor. Eğlence yerlerinde, otellerde yerler ayrıldı. Kampanyalar... Kutlamalar...

Benim de kutlamasını, yanlarına gittiğimde yapacağım bir kampanyam var dostlar. ‘Anam Babamla Vakit Geçirme Kampanyası’. Söylememesi ayıptır: 1 Ocak ile 9 Ocak tarihleri arasında; bir kel başımı okşama yakınlığında anamın dizinin dibiyle, yaşanmışlıklardan-gelecekten bir sohbet yakınlığında babamın hep yanı başında olacağım…

Yılbaşı kutlamaları için hazırlıklar yapılıyor dedik ya: Eğlenmek herkesin hakkı! Çalışmak kadar, eğlenmek de var hayatta. Olmalı da...

Peki ya, anne-babalar… Bizi beklemeyecekler mi dersiniz? Ya onlar neyle eğleniyor? Neyle mutlu oluyorlar, hiç düşündünüz mü? Ya da günlük telaştan aklınıza geliyor mu?

Eğer yaşıyorlarsa, aynı şehirdelerse sizinle; yeni bir yıla girerken en çok birlikte olmak istedikleri kişiyi, yanlarında evlatlarını isteyecekler...

Gelecek yılın başında, belki de olmayacaklar. Olamayacaklar... Ya da siz olmayacaksınız... Kim bilir?

Yarın çok geç olmadan, olabildiğince vakit ayırmalı onlara. Annelerimiz-babalarımız; orada hep bizi bekliyorlar, bitmeyen bir sabırla...

Onlar; teneke kutulara saklanmış fotoğrafların, eksik kalmış oyunların, divan altlarında-dolap arkalarında saklanmış hatıraların bekçisi, sabun kokulu yorganların emekçisi, ANNElerimiz...

Büyük kavanozlara; salçasını, eriştesini, tarhanasını doldurup, Sevgi’si ve şefkatiyle katık edecek, öylesine bizi bekleyen ANNElerimiz...

Ne olursa olsun hâlleri-vakitleri, elleri kolları dolu; eve gururla yiyecek taşıyan, sıcaklığında ve gölgesinde huzur bulduğumuz, gülünce dünyayı güzelleştiren BABAlarımız...

Her dem sırtımızı dayadığımız, dünyanın en güçlü adamı saydığımız, yıkılmayacak yapı-ulu çınarlarımız BABAlarımız…

Dört duvar sırlarla, anılarla dolu; biz ayrılınca kederinden suskunlaşmış yalnız evlerde, daracık-sırçası dökülmüş pencerelerin ardında, kaybolmaz bir silüet gibi gözleri hep yolda bizi bekler, ANNElerimiz-BABAlarımız...

Yüksek tansiyon, diz ağrısı, mide rahatsızlığı, dizlerde dermansızlık, hayata kafa tutan, 2 büklüm olmuş bedenleri, bel fıtığı, siyatik, baş ağrısı daima...

Ama yine de sıcacık sofralar, yine de yürekte hissedilen huzur ve esenlik, yine de dillerde hep tekrarlanan hayır ve dua…

Kafanın içinde sırası geldiğinde-tetiklendiğinde avaz avaz bağıran ama sözde dilsiz eşyalar, eski kitaplar, komidin, bölmeli çekyatlar, tahta sandık, gözün görebildiği tüm eşyalardaki bir film şeridi gibi hissettiğin yaşanmışlık, fesleğenler, orkideler, Atatürk çiçeği, Peygamber çiçeği, kasımpatılar…

Hepsi ama hepsi yerli yerinde! Gözlerimizin içine bakıp konuşmak istiyor, bir şeyler anlatmak... Çakmak çakmak gözleriyle, doğru cevabı bulduğunda parmak kaldırarak öğretmeninin kendisini fark etmesini bekleyen heyecanlı ve çalışkan öğrenciler gibi…

Hatıralar...

Boğazın düğümlenircesine hatırlanan düş kırıklıkları, anılar...

Coşkuyla ayağa fırlayıp; tekrar heyecandan yerimizde duramadığımız, kâlbimiz yerinden fırlayacak gibi karşıladığımız sevinçler...

İlk adım...

Okulun ilk günü...

İlk aşk...

Duvarlarında defalarca silüetini çizdiğin ilk Sevgili…

İlk bardak kırılması, ilk gönül kırıklığı…

İlk’e dair ne varsa, hepsi. Düşündükçe ardına eklenen; kâh tebessümle, kâh ince bir sızıyla çehrende-yüreğinde iz bırakan anımsamaların…

Oyunlar mı? Kazandıkların, kaybettiklerin, mızıkçılıkların, boş verdiklerin, feda ettiklerin… Yanına illa ki huzur ve tebessüm, heyecan bedava; bir tahtayla, bir gazoz kapağıyla yapılmış oyuncakların… Bir ip ve kargıyla yapılan uçurtmaların… Türlü çeşitli oyuncakların, oyunların...

Geceler boyu duvarlara anlattığımız duygular...

Hepsi orada, aynı yerde bekliyor dostlar...

Konuşmak için yürek dolusu, anlatmak için ağız dolusu; gözümüzün içine bakmak için fırsat arıyorlar...

Sevmek için, dokunmak için, yaşamak ve paylaşmak için; yılın sonu-başı, ne fark eder? ‘Şu an’ların toplamıdır yaşam. Bizi bekliyor büyüklerimiz, seçim sizin…