Plutarkhos MS 46-120 yılları arasında yaşadı, Platon’un Akademisinden geçti, çok üretken bir insandı. Tarih, biyografi ve deneme yazarıydı. “Paralel Yaşamlar” ya da kısaca “Yaşamlar”, Antik Yunan ve Roma’nın tarihsel kişiliklerini karşılıklı inceleyen ve bugün de bilinmelerini sağlayan en tanınmış yapıtıdır. Önemini vurgulayan bir özellik de, Shakespeare’e esin kaynaklığı yapmış olmasıdır. Pirimizin “Julius Caesar”, “Coriolanus”, “Antonius ile Kleopatra” adlı yapıtlarını bu büyük tarihçi ve etikçiden yararlanarak yazdığı bilinir. Montaigne’den Sturm und Drang akımına, Schiller’den günümüze pek çok kişi ve yöneliş de Plutarkhos’tan yararlanmış ve derinden etkilenmiştir. Bu durum düşünce, uygarlık, kültür ve sanat tarihi açısından doğal ve anlaşılır bir zinciri, süreci, eklemlenmeyi anlatır. Bu zincirin koptuğu, eklenme çabalarının dinamitlendiği coğrafyaların başına gelenleri anımsamak için, tarihin sayfalarını şöyle bir karıştırmak yeter. Bugün ülkemize ve yeryüzüne dayatılan “Neo Ortaçağ” karanlığının medet umduğu rezilliklerin başında, bu zincirin unutturulması ve koparılması gelir. Sanata, bilime, düşünceye karşı gösterilen düşmanlık, elbette yalnızca kaba bir ilkellik olarak tanımlanamaz. Gericilik, bilinçli bir ideoloji, taammüden bir kötülüktür. Konuyu dağıtmayalım ve bir soruyla ilerleyelim.

***

Biz örneğin MS 80’lerde yazıldığı düşünülen bir yapıttan yararlanılarak, 1599’da yazılan “Julius Caesar” adlı beş perdelik bir tragedyayı, 21'inci yüzyılda neden okuyor, sahneliyor ve izliyoruz? Dahası neden etkileniyor, nasıl vurucu düşünsel ve estetik çıkarımlarda bulunup, tiyatro salonundan değişerek çıkıyoruz? Bu soruyu tüm “büyük” yapıtlara tahvil edebiliriz. Bize ne Antik Roma’da yaşamış bir tiranın başından geçenlerden? Biz örneğin, oyunun en çarpıcı repliklerinden olan “Sen de mi Brutus?” tümcesini, neden bir mesel olarak yineleyip duruyoruz? “Büyük yapıtlar” bu gücü nereden alıyor? Yanıt aslında sorunun içindedir ve yalnızca sanat emekçisinin değil, sanat alıcısının da bilmesi “sanat okur-yazarlığı” adına çok önemlidir. Bulunacak yanıt, sanatın gerçekte ne işe yaradığını da anlatacak, oradan hareketle olup bitene dair algımızı genişletecektir.

Çünkü o “büyük yapıtlar”, tüm değerleri yanında, “tarihsel olan” ile “evrensel olan”ı buluşturmuşlardır. Olayları ve kişileri belirli bir tarihsellik ya da zaman-zemin-koşul adresi içinde titizlikle ve tanıklık sorumluluğuyla işlerken, onlara insanlığın evrensel değerleriyle yaklaşmayı, oranlamayı, irdelemeyi ve boyutlandırmayı da başarmışlardır. Zamanın ve sanatın, sanıldığından hayli geniş gözenekli eleğinin üstünde durmalarını ve “ölümsüzlük” kazanmalarını sağlayan budur. Bugün aynı konuyu, temayı, öngörüyü içermelerine rağmen, “aşk”ı anlattığını sanan bir herze iki günde benzerleri gibi çöpü boylarken, örneğin Shakespeare’in “Romeo ve Juliet”i neden yüzyıllardır ışıl ışıl parlıyor? Nazım Hikmet’in, 'Kuvayı Milliye Destanı'nı okuyan biri için, aynı konuda yazılmış yüzlerce şey neden cıvık hamasetten öteye bir anlam taşımıyor?  Dostoyevski, “Hepimiz Palto’dan çıktık” derken, yalnızca Nikolay Gogol’e övgü mü yapıyor, yoksa Akakiy Akakiyeviç gibi bir karakterde, tarihsel ve evrensel özü mükemmel biçimde buluşturmayı başaran bir ustalığı mı selamlıyor? Bu soruları, sanatın her dalında çoğaltabiliriz. Dahası çoğaltmak ve düşünmek zorundayız. İster sanat emekçisi olalım, ister sanat tüketicisi, bu sorgulamayı yapmadıkça, sanatı da yaşamı da doğru bir yerde konumlandırmak olası değildir. Bu toprakların insanlığa ve sanata büyük armağanı olan Orhan Kemal, bakınız sözü nasıl kısaltıyor:

“Ben, sadece tanık olmayı yeterli bulmuyorum. İnsanı anlayacak, savaşını anlayacak, buna katılacak sanatçı, kolaylıkla aldatılan kişilerin aldanmalarına karşı duracaktır.(...) Tanık olmak namusluluktur. (...) Ama yeter şart değildir. Tanıklığı aşabilmek de teorik hazırlanmada kalmayıp, hayatı insanlarla birlikte yaşamakla mümkündür. Bunu derken, tek tek her olayı yaşamak demek istemiyorum. O insanın yaşadığını yaşamak diyorum. Türkiyeli sanatçının, Türkiye halkıyla birlik yaşamasını diyorum.” (Ant, 21 Ekim 1969)

Bugün sanatın, sanatçının ve sanatı yaşamın olmazsa olmazı olarak kabul eden herkesin, büyük bir muhasebeyi cesaretle yapması gerekiyor.