Türkiye’de son yıllarda insanlarda ve köpeklerde ölümcül olabilen leyişmanyaz enfeksiyonlarında bir patlama yaşanıyor. Sığınmacı göçünün yanında iklim değişikliğinin de rol oynadığı bu patlama, turizmi ve dolayısıyla ekonomiyi de etkileyebilir.

Türkiye’de daha çok Latince adı ‘leishmaniasis’ ile anılan enfeksiyon, bizim coğrafyamızda deriyi ve iç organları tutan iki ayrı klinik tablo ile seyrediyor. Yakarca (tatarcık, kum sineği, Phlebotomus) denen 2-5 mm uzunluğundaki, genellikle geceleri aktif olan minik sineklerin ağrılı sokmaları sonucu bulaşan Leishmania cinsi kan parazitleri, deride ‘Şark çıbanı’ da denen, kraterli yanardağ şeklinde ülserli kabartılar oluştururken; içi organları tutanlar, karaciğer ve dalak büyüklüğü, yüksek ateş, kanda akyuvar, alyuvar ve trombosit sayısının düşüklüğüne yol açar; kan kanseri gibi hastalıklarla karışabilir, tedavi edilmezse ölümle sonuçlanabilir.

20 yıl önce Acta Tropica dergisinde yazdığım, şu ana kadar 248 atıf alan ‘Türkiye’de Leyişmanyaz’ başlıklı makalede özetle, özellikle Güneydoğu ve Akdeniz Bölgelerinde görülen deri leyişmanyazından L. tropica türünün; Ege, Akdeniz ve İç Anadolu Bölgelerinde nadir görülen iç organ leyişmanyazından ise L. infantum’un sorumlu olduğunu, turistik bölgelerde enfeksiyona rastlanmadığını yazmışım.

Geçtiğimiz hafta Manisa’da Sağlık Müdürlüğü ve Halk Sağlığı Anabilim Dalı çalışanlarının da katıldığı bir toplantıda, Parazitoloji Anabilim Dalını birlikte kurduğumuz Prof. Dr. Ahmet Özbilgin’in ‘Türkiye’de Leyişmanyaz’ konulu sunusunu izledik. Geçtiğimiz 20 yılda, özellikle de son 5 yılda, çok büyük değişiklikler var. Özetle, olgu sayısındaki çok büyük artışın yanında, önceden var olmayan L. major’un yol açtığı ve doku kaybına yol açabilen deri leyişmanyazı yaygın olarak görülmeye başlanmış. Çok nadir de olsa ağır seyreden L. aethiopica’ya bağlı deri, L. donovani’ye bağlı iç organ leyişmanyazlı (Kala azar) olgular saptanmış. Türkiye’deki ilginç bir gelişme de birçok olguda, iç organları tutması gereken türlerin deriyi, deriyi tutması gerekenlerin ise iç organları tutması. Yani Türkiye’de 5 parazit türü birbirleriyle etkileşiyor ve bu çok tehlikeli. Tehlikeyi büyüten bir etmen de özellikle sahipsiz köpek nüfusundaki artış; çünkü köpekler enfeksiyonda rezervuar görevi görüyor, tanı ve tedavileri insanlardan daha güç. Çeşitli araştırmalar köpeklerin yaklaşık yüzde 11’inin bu parazitle enfekte olduğunu gösteriyor ki bu oran son derece yüksek. Enfeksiyonun göllendiği diğer rezervuar olan kemirgenlerde enfeksiyonun durumu tam bilinmiyor, araştırılması yararlı olur. Diğer bir sorun hastaların, özellikle sığınmacıların, tedavilerini tamamlamadan yarıda kesmeleri sonucu dirençli parazitlerin ortaya çıkması.

NASIL KORUNURUZ?

Kişisel korunmada, özellikle insanda veya köpekte enfeksiyon saptanan riskli bölgelerde, yakarcaların geçemeyeceği 2 mm’den küçük delikli, kapı pencere teli ve cibinlik kullanımı, yakarcaların aktif oldukları özellikle akşam ve gece saatlerinde uzun kollu gömlek, uzun pantolon giymek, açıkta kalan bölgelere repellent denen sinek kovucuları sürmek yararlı. Ev içinde kullanılan elektrikli matlar veya sıvılar da etkili, ancak hava dolaşımının sağlanmadığı durumlarda sağlığa zararlı olabilir.

Toplumsal korunmada halkın, özellikle sığınmacıların, sahipli ve sahipsiz köpeklerin taranması, erken tanı ve tedavilerin sağlanması, kalıcı sinek ilaçları kullanarak yakarcalarla mücadele önemli.

Köpeklerin korunmasında en ideali sivrisinek ve kenelere karşı da koruyan deltametrin içeren tasmalar. Sağlık personelinin, halkımızın, özellikle hayvanseverlerin konu hakkında bilgi sahibi olmaları da çok yararlı. Bu yazının temel amacı da bu; paylaşmanız dileğiyle…

Not: Manisa Celal Bayar ve Ege Üniversiteleri işbirliğiyle, Dr. Öğr. Üyesi Suha Kenan Arserim önderliğinde geliştirdiğimiz Kenya’da sıtmayı önlemeye yönelik inovatif sivrisinek projesi, Türk ve Uluslararası Rotary Kulüplerinden destek bekleme aşamasına geldi; ileride yakarcalara da uygulanabilir.