Geçen haftaki yazımda kentin kalıntılarının ortaya çıkış/çıkarılış süreçlerine dair düşüncemi paylaşmış, kentin kalıntılarına/mirasına ya temel kazısı yaparken ya da definecilerin izini sürerek ulaştığımızı ifade etmiştim. Aslında bir yol daha var; doğal afetler sonucu bu kalıntılara/mirasa ulaşmak…
Kentin önemli bellek mekânlarından olan Agora da böyle bir doğal felaket sonucu ortaya çıkmış ve ardından gün yüzüne çıkarılmış bir kalıntıdır. Son zamanlarda bölgesel olarak sıklıkla rastladığımız sel felaketi İzmir Tarihi için de önemli sonuçlar doğurmuştur. 24 Ekim 1930 Cuma gecesi 23.30’da başlayan İzmir’in o meşhur gök gürültülü, şimşekli ve yıldırımlı yağmuru gök kubbe boşalırcasına yağar. Belki de yüzyılın sel felaketine maruz kalır İzmir.
Birtakım bilgiler/izler kent belleğinden siliniyor ve yitip gidiyor. İyi ki yazı var ve bazıları bazı şeyleri bir kenara –Attila İlhan’ın deyişiyle sinek pislemedik bir yere- yazmışlar da geriye dönüp okumalar sonucu öğrenebiliyoruz. Kentin belleği dediğimiz şey de bu olsa gerek.
Kentin sakinleri belki de Agora’nın kent merkezinde hep böyle varolageldiğini düşünüyordur…Öyle mi? Elbette değil…Biz burada Agora’nın bulunduğunu/olduğunu yukarıda sözünü ettiğim –döneminde seylâb olarak adlandırılan- sel felaketinden itibaren öğrenmiş bulunuyoruz…
Peki, bu alanda ne vardı?
Her şeyden önce şunu belirtmekte yarar var; bu alan, kentin üç kadim topluluğunun yani Müslümanların, Rumların ve Yahudilerin çevresinde yerleştiği önemli bir merkez işlevindeydi. Tilkilik ve Kadifekale’ye doğru Müslüman mahalleleri Küçük Aya Yani Kilisesi çevresinde şekillenen Rumların Apano (/Yukarı) Mahallesi ve Havralar ve Keçeciler çevresinde yerleşen Yahudi Mahallesi yer almaktaydı…
Kentin en erken planlarından olan İtalyan Mühendis Luigi Storari tarafından yapılan 1:5000 Ölçekli İzmir Kent Planı’nda günümüzdeki Tarık Sarı Caddesi ile 943 Sokak’ın kesiştiği köşe –semtin adı olan- Namazgâh olarak anılmaktadır. Kalan kısım boş alan ve mezarların olduğu bölüm olarak görülmektedir. Ayrıca, katlı otopark tarafından gelerek günümüzdeki 943 Sokak’a çıkan ve sütunların arasından geçtiği için Dikilitaş Sokağı olarak bir sokak yer almaktadır.
Storari’den 13-14 yıl önce kente gelen Fransız Ressam Etienne Rey, erken bir dönemde bu alanın gravürünü çıkaran isim olmuştur. Rey’in gravürü, günümüzdeki Hürriyet Anadolu Lisesi tarafından yapılmıştır. Rey (muhtemelen birlikte seyahat ettiği Antoine-Marie Chenavard’ın mimar olmasının da etkisiyle) gravüründe bu alanı “Roma Dönemi Kalıntısı Mimari Bir Portik-Smyrne” olarak tanımlamıştır. Yani Agora tanımlaması henüz yoktur.
1876 İzmir Kent Planı’nda Lamec Saad aynı alanı Müslüman Mezarlığı ve Namazgâh olarak tanımlıyor. Haliyle henüz Agora isimlendirmesi yok.
İzmirli Epigraf olan ve kentin yakın çevresindeki çok sayıdaki kitabeyi bulan, ortaya çıkaran ve yayınlayan Aristote Marie Fontrier araştırmalarıyla ilgili olarak İzmir’e dair çok sayıda makale yayınlamıştır. Batı Avrupa’daki birçok dergide yayınladığı yazılar arasında kent içi su kaynaklarını ele aldığı ve bu bağlamda hazırladığı bir İzmir Topografik Planı yer almaktadır. İzmir Rum Evanjelik Okulu hocalarından olan Fontrier aynı okulda hoca olan ve İzmir’in Antik Dönem’den 19. Yüzyıl sonlarına kadar kentin su kaynaklarını kaynaktan kente kadar izleyerek ortaya koyan Georg Weber’e nazire yaparcasına kent içi su kaynaklarını Weber’den 8 yıl sonra yayınlama gereği duymuştur…Ancak 1907 yılında “Antiquités d'Ionie: VII. Topographie de Smyrne; la fontaine KAA€QN; le Mélès.” (İonia’nın Antik Kalıntıları-İzmir’in Topografyası, Kaleon Suyu, Melez) başlığıyla “Revue des Études Anciennes”de yayınladığı makalesini göremeden İzmir’de yaşama veda etmiştir. Fontrier planında bu alanı 28 numaralı lejant notuyla şöyle tanımlamıştır; 28. Namazgâh Türk Mezarlığı (Smyrna Agorası) ve Musalla (Bouleterion?). Buradan da anlaşılacağı gibi bu alanı erken bir dönemde Agora olarak tanımlayan ve hazırladığı kent planında yer veren ilk isim Aristote Marie Fontrier olmuştur. Ölümü bu tezinin kentte tartışılmasına fırsat vermemiş bu tanımlama için 23 yıl daha beklemek gerekmiştir.
İzmir’e ve İzmirlilere büyük zarar veren ve büyük acıların yaşanmasına neden olan sel felaketi sonucu bugün Agora olarak bildiğimiz alan ortaya çıktı. Yağan yağmur sonucu zaten yumuşak bir zemine sahip olması muhtemel olan alanda bir çitlembik ağacı devrilir. Devrilen ağacın köklerinin boşalttığı çukurda görülen kalıntılar dikkat çekicidir. 1932 yılında İzmir Hapishanesi’ndeki mahkûmlar çalıştırılarak başlayan öncü çalışmalar İzmir Arkeoloji Müzesi Kurucu Müdürü Ömer Selahattin Kantar (1878-17 Kasım 1943) ve Alman Mimar Rudolf Naumann (18 Temmuz 1910-24 Mayıs 1996) tarafından 1941 yılına kadar sürdürülür. Günümüzde kazı çalışmaları Doç. Dr. Akın Ersoy başkanlığında devam etmektedir.
Felaketin Boyutu
36 saatten fazla süren şiddetli yağmur kentte her anlamda büyük bir tahribata yol açtı. Yerel ve ulusal basın bu haberi, “Felaket, Tufan, Seylâb” gibi manşetlerle günlerce süren haber şeklinde verdi: “24 Ekim 1930. Saat 23.30'da başlayan yağmur bütün şiddetiyle boşandı, şimşekler çakıyor gök gürlüyor. 36 saatten beri devam eden müthiş yağmurun yaptığı tahribat sonunda evler yıkıldı, insanlar enkaz altında kaldı. Kadifekale tarafından gelen yarım metre mikâp büyüklüğündeki taşlar Namazgâh’a sürüklendi. İkiçeşmelik Caddesi baştan sona bozulup kullanılmaz hale geldi. Şehrin hemen bütün mahallelerinde sel sularının etkisiyle lağımlar patladı... Tilkilik Mezarlıkbaşı’nda birçok dükkânı su bastı...
“Sabah erkenden işlerine gitmek mecburiyetinde olanlar yarı bellerine kadar soyunarak bata çıka suların içersinde yürüdüler. Kokaryalı’dan Hükümete kadar olan Tramvay hattı molozlarla doldu. Tramvaylar işlemediği için Vapur İdaresi seferlerine yeni ilaveler eklemek zorunda kaldı.
Hisar Camisi civarındaki bütün sokaklar, Halimağa, Çilingirler Çarşısı, Kızlarağası, Çakaloğlu ve Demir Hanları, Bakır Bedesteni, Sipahi Pazarı sular altında kaldı. Limon, üzüm, incir, kuruyemiş, bakliyat, fındık, fıstık, kuru fasulye çuvalları denize sürüklendi...”
Dönemin gazetelerinden felaketin ne kadar büyük boyutlarda olduğunu anlayabiliyoruz. Olayın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra ortaya çıkan sonuç oldukça korkutucudur.
Gelecek hafta; Bayraklı-Tepekule’de yer alan Eski Smyrna’nın keşfi ile İzmir’deki antik kalıntı keşif sürecine devam edelim… Bakalım kentimizin bu önemli mirası nasıl keşfedilmiş…