Kadın, anne olmayı çok istiyordu ancak her iş çıkışında sokakta kağıt mendil satan, annesiz çocuğu gördüğünde, dünyaya bir çocuk getirmeye hakkı olmadığını düşünüyordu. Dünyadaki anne sayısıyla çocuk sayısı adaletli değildi. Anne olmaktan da vazgeçemiyordu. Rüzgarın kar tanelerini savurduğu, şairin şiirine konu olacak kadar güzel, sıradan bir iş çıkışı gününde coşkuyla yürürken; kaldırımın kenarında daha az üşümek için tezgahının önünde başını dizlerine doğru bükmüş halde görünce, eğilip soğuk ellerini tuttu çocuğun. "Senin annen olabilir miyim?" dedi. Birlikte sıcak bir yuvaya doğru yürürken gene yüreği burkuldu kadının. 'Milyon tane annesiz çocuk var' diye düşündü. Sonra gülümsedi, avucundaki çocuk eli ısınmaya başlamıştı; milyon taneden bir çocuk eksilmişti.
Kısa öyküyle başlayalım bir derdi deşmeye. Başlığı sorgulayalım ilkin, iddialı başlığı. Çocukların herkesin olduğu, kimsesiz olduğu durumları ayrı ayrı sorgulayalım. Öyküdeki anne kadın karakter, çocukların herkesin olduğu bilincini taşıyor vicdanında. “Aşkın vicdana” sahip olan birey bir yetişkinin yardımına ve/veya desteğine ihtiyaç duyan tüm çocukların ebeveyniymiş gibi sorumluluk duyar. Çaresiz bir çocuk için sorumluluk duyulması gerekliliği için iki argüman ileri sürebilirim. Birincisi: Çocuğun yaşam kazanma kararını kendisinin veremiyor olması, onu çaresizliğinin sorumlusu olamayacağını gösterir. İkincisi: Çocuğun çaresizliğinden kendi gücüyle kurtulma şansının olmaması, bununla birlikte yetişkinin bu güce sahip olması. Gelecekte bir gün insanlık “çocukların herkesin olduğu” bilincine ulaşırsa dünyadaki tüm savaşlar biter. Ne güzel olmaz mı?
“Kimsesiz çocuklar” kavramının dildeki kullanımını başka bir yazının konusuna havale ederek başka bir klişeye değinmek istiyorum. Bu akşam haberlerde izledim, kadın hastahanede sırasını bekliyor. Yanında çocuğu oturuyor, önce nedensizce çocuğun dizlerine vuruyor, hızını alamıyor, tokat atıyor. Çocuk, şiddete alışmış bir tavırla başını önüne eğmiş tepkisizce karşılıyor olanları. “Kimsesiz çocuk”, yanında anne olduğunu tahmin ettiğim yetişkinin olması, diyelim ki babası da var, bu çocuk kimsesizlikten kurtulamaz. Ebeveyn olmak, bir insanın taşıyabileceği en büyük sorumluluktur. Çocuk sahibi olabilme liyakatına sahip olmayan bir yetişkinin ebeveyn olma hakkı olmamalıdır. Hak, sorumluluğunu beraberinde taşıdığı sürece haktır. “Ahırda doğan buzağının çayırda otu biter” atasözü, kültürel olarak çocuk dünyaya getirmenin ne denli büyük bir sorumluluk olduğunu kavrayamadığımızın göstergelerinden biri olsa gerek.
Son olarak, çocuğunun sorumluluğunu taşımayı bilmeyen ebeveynleri suçlamaya hakkımız var mı? Sorusuna kısa bir yanıt verelim: Yok.
Burada da sorumluluk, eğitimi ve ülkeyi yönetenlerin değil midir? Örgün eğitim değil midir, insan, yurttaş, birey, ebeveyn olmayı öğreneceğimiz mecra?