Menteşe'nin usta şairinden bir güldeste
“Şansım yaver gitmiyor”, “Şans tanrıçası Fortuna bana hiç yardım etmiyor”.
“Allah çirkin şansı versin” ve bunun gibi sözler söyleyenlere oldum bittim şaşarım. Demek isterim ki: Arkadaş, şansına biraz da kendin yardım etsene.
İnsanoğlu yalana kolay inanır, çalışmamaktan yorulur, gibi geliyor bana.
Bir de şu var: Bir insana kırk yıl “deli” dersen, sonunda deli olurmuş ya? Biz de her daim şanssız olduğumuzu yinelersek, şans da bize küsmez mi ? (O nazenin tanrıça ile empati yapalım biter...)
Halikarnas Balıkçısı ile yakınlığımıza bakın.
Yıl 1958. Yüksek öğrenim için İzmir'e geleli bir ay. Ege Ekspres'e deyim yerindese “stajyer muhabir” olarak gidip gelmeye başlayalı iki hafta olmuş. Daha önce fotoğrafını bile görmediğim; yeryüzüne iki ayağı ve bastonuyla, rüzgar saçlarıyla gökyüzüne dayanmış insan irisiyle karşılaşıyorum:
Bu bizim Halikarnas Balıkçısı olmalı, diyorum.
Demekle kalmıyor; vakit geçirmeden “rahle-i tedrisine” (bilgisi ve görgüsü altında eğitime) giriyorum.
Zamanımı, onu İzmir Hatay'da, bugün kendi adını taşıyan “Merhaba Apartmanı'na gidebileceğim gün ve saatlere göre ayarlıyorum. Bunu biraz övünmek, biraz da, “taşı delenin suyun şiddeti değil, sürekliliği olduğunu” vurgulamak için yazıyorum.
Yazılarına okuya okuya, sözlerini dinleye dinleye ezber ettim Balıkçı'yı.
Sonunda ne oldu; başat bilgi kaynaklarını bana verirken, nazlanıp karşı çıkmama kulak asmadı:
Ben ithalat denemimi bitirdim Şadan, artık ihracat dönemindeyim, hem ben neyi kime vereceğimi bilmez miyim?” dedi.
Ben kulunuz var olduğu için, ölümün kendisine galabe çalamayacağını söyledi, yazdı.
Ardından, iğneyle kuyu kazar gibi bulup çıkardığım ve basıma hazırladığım kitapların sayısı 30'u aştı. “Afanta Burine Burinata” kitabının basım sayısı, kendisini tanıdıktan sonra geçen yılların sayısını geçti. Oktay Akbal da, ölmeye yattığı, ölmesine bir yıl kadar zaman kaldığı zaman, kendisinin herşeyi olan eşine:
Ayla, yazarsa benim kitabımı Şadan yazar, dedi.
Onu da yalancı çıkarmadım, ona karşı da mahçup olmadım; dünyamıza veda edişinin üstünden bir yıl geçmişken “Bir Muğla Sevdalısı Oktay Akbal'a Armağan” kitabını kotardım. Muğla Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları arasında çıkan bu eser, bu yılın Ekim ayında, gözden geçirilmiş ikinci basımını yaptı.
Benzer bir olayı, yaklaşık yarım yüzyıldır. Türk şiir ormanının becene (ıssız) bir köşesinde bekleyen Mehmet Karabulut ile yaşadım. 1968'de, o zamanın en muteber ödüllerinden “May Şiir Ödülü'nü, o sıralar Muğla'da öğretmenlik yapmada olan Özdemir İnce ile paylaşmış olan öğretmen – şair Mehmet Karabulut ile ilgili olarak yaşadım.
Emekli olu, İstanbul Kadıköy'e yerleşmiş olan Menteşe/ Yerkesikli hemşehrim, ölümünden birkaç yıl önce bana telefon etmeye: kitaplarını ikişer üçer bana yollamaya başladı.
Onu anlıyordum.
Bir sanatçıyı, yarınsızlık kader yıkan az şey vardı.
Sözsüz olarak bana, “Şadan, bunları toparla, beni yaşat” demek istiyordu.
Buna girişirken, şairimizi yakından tanımış olan Yerkesikli hemşehrilerine, edebiyat adamlarına, öğrencilerine güveniyordum. Zaman, yanılmadığımı gösterdi. Menteşe'nin sanat ve kültür dostu Bahattin Gümüş, Muğla'nın belleği Ünal Türkeş, MUSANDER (Muğla Sanatçılar Derneği) Genel Başkanı, şair Sadettin Özbek, Yerkesik Halk Kütüphanesi müdiresi Nabide Kılınç ile birlikte türkü söyledik, imece yaptık. Ortaya 245 sayfalık bir güldeste çıktı. Eser, biraz gecikerek de olsa; Başkan Gümüş'ün uygun görmesi, Menteşe Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdiresi Hatice Karaca'nın editörlüğü ve aynı belediye ve servisin grafikeri Ender Karatepe'nin çabasıyla gün yüzü gördü.
Kitaba, içerdiği bir şiirin adı olan “Güneş Gülleri” ismini verdim.
Gökova / Akyaka'daki evimizin bahçesinde -adeta bu iş için açılmış Aloe vera çiçeğinin fotoğtafını kapağa koyduk. Kişinin kendi yapıtı hakkında yargıda bulunması doğru olmaz ama, “Güneş Gülleri'ni bile beğendim” diye yazmaktan alıkoyamıyorum kendimi.
Bu güldeste (antoloji), şairin yayınlanmış 20'yi aşkın kitaplarından seçtiğim şiirlerle, tanıyanların onun hakkındaki yazılarını içeriyor. Elbette her seçki gibi bu da, hazırlayanın öznel seçtiği şiirleri bir araya getiriyor.
Karabulut'un, beleğime ilk yerleşen şiirlerinden birisi, “Marçal Dağları Senfonisi”. Burada, bir ağanın evine “besleme olarak”verilen Emine'nin, gördüğü zulüm ve uğradığı taciz sebebiyle seçtiği trajik sonu anlatıyor:
“Marçal dağlarında bir uçurum
Dibi kan işeden (kanyaş), keskin kaya, bir karış su
Çiçekler rüzgarında titredi
Sonra yıldızlar bir vakit, sığ suda
Arayıp durdular eski yerlerini
( Şimdi Haberleri Veriyoruz )
NOT: Muğla Büyükşehir ile Ula Belediye Başkanlıkları, Gökova'da adımı taşıyan bir Kültür Evi kuruldu. Açılışı 27 Ekim Cumartesi günü yapılacak olan Kültür Evi, şahsımın eserleri ile, başlıca referans kitapları ile ilgili araştırmacıların hizmetinde olacak, ayrıca burada çeşitli sanatsal ve kültürel etkinlikler düzenlenecek. Bekliyorum efendim. (Ş. G. )
Güneş Gülleri
Şadan Gökovalı
Yorumlar