Hafta içinde bazı görüşmelerde bulunmak için Denizli’ye gitmem gerekti. Denizli’de işini gerçekten önemseyen bir kişi ile çok zevkli bir görüşme yaptım. Ama bu konuya geçmezden önce bu seyahatle ilgili farklı bazı şeyler yazmak istiyorum.

Kızımın İsveç’te yaşamını sürdürmesi ve kızımın yaşadığı Göteborg şehrine aktarmasız hesaplı uçuşun Antalya’dan olması nedeni ile ya eşimin gidip gelmesi yada birlikte yaptığımız Göteborg uçuşları için İzmir -Antalya rotasını sıkça kullanıyoruz.

Türkiye’nin en turistik güzergahlarından birisi olmasına rağmen otoyol İzmir’den Aydın’a kadar. Aydın’da otoyoldan çıkıp, çok yoğun bir trafiği ifade eden Aydın-Nazilli arasını normal yolda devam edip Nazilli civarında bir noktadan tekrar otoyola çıkabiliyor ve Denizli’ye ulaşabiliyorsunuz. Bu ara her nedense yıllardır halledilemediği için bu giriş çıkış size en az  bir saat kaybettiriyor. Böylesi turistik bir güzergahta bu eksiklik mutlaka ve en kısa zamanda halledilmeli.

***

Her neyse dönelim konumuza. Görüşmelerimi saat 14.00 civarı bitirdikten sonra, daha önce de çeşitli meslek kuruluşlarının davetlisi olarak konferanslar vermek üzere ziyaret etmiş olduğum Denizli’nin son halini görmek ve bir şeyler atıştırmak için Denizli şehir merkezine girdim. Biraz dolaştıktan sonra oradaki bir esnafa burada en güzel kebabı nerede yiyebilirim diye sordum. Bana “Beyim, surlar içindeki Kebapçı Dursun’a git. Pişman olmazsın’’ dedi. Tavsiyesine uyarak oraya gittim. Pırıl pırıl, tertemiz bir dükkan. İçeri girince iki ayrı uzun masada birisi Koreliler, diğeri de Meksikalılar grubu olmak üzere iki ayrı grubun yemek yediklerini gördüm. Yine tertemiz giyinmiş genç bayanlar servis yapıyordu.

Biz oturunca mekanın sahibi Dursun Bey yanımıza geldi ve güler yüzle kebaplarını tanıttı.  Etrafta onlarca kebapçı bulunmasına ve onların neredeyse tamamının bir iki masadan ibaret müşterileri olmasına rağmen kendisinin nasıl olup da bu kalabalık müşteri kitlesini dükkanına çekebildiğini sordum. Dedi ki; “Bu dükkanı açtıktan sonra işimi nasıl genişletebileceğimi düşündüm ve  diğer dükkan sahipleri otururken ben kredi çekip, borca girip başta Çin olmak üzere ve ardından  Avrupa’daki birçok turizm ve gastronomi fuarlarına katıldım. Oralarda tur operatörleri ile görüşmeler yaptım. Hatta, bu fuarlara birlikte gittiğim diğer iş insanları ve sanayiciler bana ‘Kebapçı senin burada ne işin var?’ diye  sordular. Ama günün sonunda dönüş yolunda hepsi ‘Yahu kebapçı, hepimizden çok sen bağlantı yaptın’ dediler.

Dursun Bey devam etti; “Tabii ki bu bağlantıların sonucu dükkanıma  gelenlerin memnun ayrılmalarını sağlamak ve bir farklılık yaratmak gerekliydi. Etlerimi, yaylalarda  kuzu yetiştiren bir arkadaştan alıyorum. Yayla kuzusunun eti farklı oluyor. Biz de bu etleri saatlerce işliyor, pişiriyor ve önce kendimiz tadına bakıp sonra müşteriye veriyoruz. Kendi hoşumuza gitmeyen hiçbir şeyi müşteriye sunmuyoruz. Diğer taraftan farklı olmak adına dükkanımızda çatal, bıçak servisi vermiyoruz. Herkes tandırımızı, kellemizi elle yiyor. Hele Avrupalılar buna bayılıyorlar’’ dedi.

***

Ayrıldıktan sonra kendi kendime şunu dedim. Hangi düzeyde olursan ol. İster sanayici, ister tüccar, ister esnaf bir işte başarılı olabilmenin temel şartı işini önemsemek ve farklılık yaratmak. Bu arkadaş işini önemsemiş, farkını göstermiş ve başarıya ulaşmış.  Ayrılmadan önce, dükkanın önünde ikram ettiği kahveyi içerken, kendisini hararetle tebrik ettiğimi de ilave etmeliyim.

Yolda gelirken büyük markalar, büyük kentlerdeki  bazı özel mekanlar dışında kasabalarda Dursun Bey’e benzeyen aynı sektörden başka örnekler var mı diye düşünürken  Ödemiş’te civarındakiler sinek avlarken müşterilerin dükkanının önünde kuyruğa girdiği Köfteci Hurşit, Çine’deki Köfteci Mehmet Zengin, Aydın Bozdoğan’daki meşhur pideci aklıma aklıma geldi.

Demek ki işini iyi yaparsan, işini geliştirmek için emek ve para harcarsan  nerede olursan ol  müşteri gelip seni buluyor. Bu sadece gıda sektörü için değil tüm sektörler için geçerli bir kuraldır.