Ümit Özdağ'ın "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçlamasıyla tutuklanması, Türkiye siyasi sahnesinde deprem etkisi yarattı. Bu tutuklama, sadece bir siyasetçinin özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelmiyor, aynı zamanda yıllardır devam eden bir döngünün, sistematik bir siyasi baskı mekanizmasının acı bir tezahürü olarak karşımızda duruyor.
Muhalif seslere yönelik operasyonların arttığı, demokratik hak ve özgürlüklerin giderek daraldığı bir ortamda, Özdağ'ın tutukluluğu, Türkiye demokrasisi adına çalınan alarm zillerini daha da yüksek sesle çınlatıyor.
Özdağ'ın bu noktaya geliş yolculuğu, aslında ironi ve çelişkilerle dolu. CHP'li belediyelere yönelik "silkeleme" söylemlerinin ve polis operasyonlarının yoğunlaştığı dönemde, Özdağ iktidarın yanında saf tuttu. Esenyurt Belediyesi'ne kayyum atanması, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat'ın tutuklanması, Ekrem İmamoğlu'na yönelik soruşturmalar… Tüm bu olaylar yaşanırken, Özdağ sessiz kaldı, hatta kimi zaman destekledi. Benzer bir baskı dalgası, DEM Parti belediyelerini ve siyasetçilerini de vurduğunda, Mersin Akdeniz Belediyesi'ne kayyum atandığında, sosyalist siyasetçiler tutuklandığında da aynı tavrı sergiledi. "Barış" ve "çözüm süreci" söylemlerinin ne kadar sahte ve çıkar odaklı olduğunu gözler önüne seren bu gelişmeler karşısında, Özdağ'ın suskunluğu, bugün yaşadığı durumun habercisi gibiydi. Şimdi, kendisi de benzer bir durumla karşı karşıya kaldığında, demokrasiden, hukuktan, bağımsız yargıdan dem vuruyor. Döngü, kendi yarattığı çelişkinin pençesinde onu da yakalamış oldu. Kendi eliyle beslediği canavar, sonunda onu da yuttu.
Peki, Özdağ'ın tutuklanması Türkiye siyaseti için ne anlama geliyor? Bu sorunun cevabı, geçmişin aynasında saklı. Siyasi tutukluluklar, siyasi davalarda yaşanan hukuksuzluklar, muhalif seslerin susturulması için kullanılan yöntemler… Tüm bunlar, Türkiye'de siyasi baskı mekanizmasının nasıl işlediğini açıkça gösteriyor. Artık herkes, herhangi bir anda "terörist" olarak suçlanabileceği, tutuklanabileceği bir ortamda yaşıyor. Dünün kahramanları bugünün teröristleri, dünün teröristleri bugünün kahramanları olabiliyor. Siyasi dönüşümler, düşmanlıklar üzerinden yaratılan kutuplaşmalarla besleniyor. İktidarını sağlamlaştırmak ve servetine servet katmak isteyenler, yapay düşmanlıkları körükleyerek toplumu ayrıştırırken, gerçek sorunlar, yoksulluk, eğitimsizlik, adaletsizlik göz ardı ediliyor. Ülkenin kanayan yaraları görmezden gelinirken, yapay gündemlerle halkın dikkati başka yöne çekiliyor.
Özdağ'ın tutuklanması, bu kısır döngünün bir parçası olmanın kaçınılmaz sonucunu ortaya koyuyor. "Susmayın, sıra size de gelir" uyarıları, aslında sıra hiç kimseden geçmediği gerçeğini perdeliyor. Sıra, farklı zamanlarda farklı kişilere geliyor, ama döngü, sistematik baskı, sindirme politikaları devam ediyor. Bu döngüyü kırmanın tek yolu, ezilenlere ve sömürülenlere öğretilen yapay düşmanlıklara karşı çıkmak, ırkçı, şoven ve gerici siyasete karşı sınıf siyasetini yükseltmekten geçiyor. Aksi takdirde, birbirimize düşman olmakla geçecek yıllarda, sadece egemenlerin iktidarını ve servetini daha da güçlendirmiş, kendi geleceğimizi ise karartmış olacağız.
Türkiye'de hapiste olan siyasetçilerin listesi, bu döngünün acı bir özeti niteliğinde. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Rıza Akpolat, Ahmet Özer, Can Atalay ve şimdi de Ümit Özdağ… Bu isimler, Türkiye demokrasisinin geldiği noktanın birer sembolü olarak hafızalarda yer edecek. Ve asıl soru şu: Bu döngü ne zaman kırılacak? Sırada kim var?