Bugün 24 Temmuz. Takvim yapraklarında “Basın Bayramı” yazıyor. Ama bu ülkede yaşayan, nefes alan, onuruyla mesleğini yapmaya çalışan hiçbir emekçi gazeteci için bugün bir bayram değil. Tam 117 yıl önce, 1908’de, İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla kazanılan o büyük gün, bugün Saray rejiminin karanlığında bir direniş ve isyan günüdür.
O gün gazetelerden kovulan sansür memurlarının yerini bugün; Yargı sopasıyla gazetecileri hizaya getirmeye çalışanlar, “patronunu tanıyorum” diye tehdit savuranlar, kalemini kıranlar ve meslektaşlarımızı demir parmaklıklar ardına tıkanlar almıştır.
Bu yüzden adını doğru koyalım: Bu bir “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü”dür.
Sansür dedikleri şeyin ne olduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Sansür, artık yalnızca bir habere konan yasak veya bir köşe yazısının engellenmesi değildir. Bu, işin en görünen, en naif kısmıdır. Asıl büyük sansür, mekanizmanın kendisidir.
Sansür; holding patronlarının ihale kapmak için gazetelerinin, televizyonlarının manşetlerini pazarlık masasına koymasıdır.
Sansür, bir avuç yandaş zenginleşirken halkın yoksulluğunu, yolsuzluğu ve talanı kimse yazmasın diye gazeteciyi sendikasızlığa, güvencesizliğe ve açlık sınırında bir ücrete mahkûm etmektir. Çünkü bilirler ki geçim derdine düşmüş, yarın işsiz kalma korkusu yaşayan bir basın emekçisi, patronuna ve onun iş tuttuğu iktidara karşı kalemini özgürce oynatamaz.
İşte bu nedenle gazetecilerin verdiği sendikalı ve örgütlü mücadele, yalnızca kendi mesleki hakları için değil, doğrudan doğruya halkın haber alma hakkı için verilmiş bir mücadeledir.
Bu onurlu direnişte, her türlü dayanışmayı sergileyen İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Derneği gibi meslek örgütleri, mücadelenin en önemli köşe taşlarını oluşturur.
Sansür; sırf iktidarı eleştirdi diye, sırf halkın gerçeğini yazdılar diye onlarca gazeteciyi itibarsızlaştırma cüretidir. Sansür; soru soran gazeteciyi azarlamak, hedef göstermektir.
Sansürün asıl hedefi her zaman halkın kendisidir; onun gerçekleri, yani ülkenin kaynaklarının nasıl yok edildiğini, vergilerimizin nerelere harcandığını ve çocuklarımızın geleceğinin nasıl çalındığını bilme hakkıdır. Susturulan her gazeteci, halkın gözüne çekilen bir perdedir. Karanlıkta bırakılan bir toplum, sömürüye ve zulme daha açık hale gelir. İşte bu yüzden basın özgürlüğü mücadelesi, bir avuç aydının değil, tüm yurttaşların, işçilerin, emekçilerin, gençlerin onur mücadelesidir.
Tarihin bize öğrettiği yalın bir gerçek var: Haklar mücadeleyle kazanılır ve yine mücadeleyle korunur. Tıpkı 117 yıl önce olduğu gibi, bugün de bize düşen, bu antidemokratik gidişata karşı omuz omuza durmaktır. Gazeteciler kendi aralarında, halk da onurlu gazetecilerin yanında örgütlenerek, dayanışarak bu kuşatmayı yarabilir.
Tüm baskılara, tutuklamalara, para cezalarına rağmen mesleğini ısrarla yapmaya çalışan, bedel ödeyen bütün basın emekçisi dostlarımızı selamlıyorum. Zindanlardaki meslektaşlarımızın özgürlüğü, bizim özgürlüğümüzdür.
Bu karanlık dağılacak, bu düzen değişecek ve o güzel günlerde, halkın gerçeklerini yazan onurlu gazetecilerle birlikte, özgür bir ülkenin bayramlarını hep birlikte kutlayacağız. Mücadele günümüz kutlu olsun!