İlk film, dikey bir hapishane metaforuyla toplumsal eşitsizlik, açlık ve umutsuzluğu irdeleyen çarpıcı bir deneyimdi. Yukarıdan aşağıya inen platformda kalan yemek artıklarından beslenmeye çalışan mahkûmların hayatta kalma mücadelesi, seyircide derin bir rahatsızlık bırakıyordu. İkinci film ise, olaylardan 10 ay öncesine giderek bize sistemin işleyişine ve belki de en rahatsız edici parçasına, çocuklara odaklanıyor.

The Platform 2, birinci filmdeki bazı karakterleri sağlıklı ve hayatta görmemize olanak tanıyor. Elinde bıçakla “72. katta kaldım,” cümlesiyle hafızalara kazınan, sempatik ama bir o kadar da tehlikeli amcamızın hikâyesine de tanık oluyoruz. Fakat asıl mesele, bu sefer çocukların sisteme entegrasyon süreci.

Film boyunca karşımıza çıkan piramit imgesi, sistemin acımasız mantığını gözler önüne seriyor. Zirveye ulaşmayı başaran çocuklar sistemin bir parçası haline getiriliyor. Ancak bu süreç, masumiyetin katledildiği bir vahşet gösterisine dönüşüyor. Sistemin en korkunç detayı ise, her ay 333. kata bir çocuğun bırakılması. Bu kattan aşağıya hiçbir zaman yemek inmiyor; dolayısıyla çocuklar ölüme terk ediliyor. Tek bir çocuğun hayatta kalması ve yukarı taşınabilmesi, sistemin “başarısı” olarak kutlanıyor. İşte burada, "Birlik içinde yaşamayı öğrendik ve bir çocuğu hayatta tutmayı başardık,” cümlesinin dehşet verici ironisiyle karşılaşıyoruz.

Platform 2-1

İlk filmi izlediğimde, platformun uzayda bir yerde kurulmuş olabileceği fikri aklıma gelmişti. İkinci filmdeki yerçekimsiz sahneler, bu teorimin belki de o kadar uçuk olmadığını gösterdi. Platformu temizlemeye gelen ekibin yerçekimsiz ortamda hareket etmesi, platformun insanlığı yeni bir gezegen ve topluma hazırlayan bir simülasyon olabileceği fikrini kuvvetlendiriyor. Peki, platformun amacı ne? Belki de sistem, hayatta kalmayı hak eden “seçilmiş” bir nesil yaratmayı amaçlıyor. Çocuk, burada insanlığın geleceğini temsil eden bir metafor. Sistem, sözde insanlığın paylaşmayı öğrenmesini ve yeni nesli hayatta tutmayı hedefliyor fakat aslında kaynakların kontrolünü elinde bulunduranların kurduğu bir illüzyondan ibaret.

Filmdeki metaforlar, birinci filmdeki kadar çarpıcı ve yenilikçi olmasa da, sistem eleştirisi konusunda yine de başarılı bir iş çıkarıyor. Üst kattakilerin alt kattakilerle kurmadığı iletişim, zincirin kopmasına neden oluyor. Aynı dünyanın insanları arasındaki uçurum, giderek derinleşiyor. Adalet körlüğünü, kaynakların adil dağıtımının imkânsızlığını yüzümüze çarpıyor film. En alttakilerin 333. kattaki çocuğu kurtarıp yukarı taşımaya çalışması ise çürüyen umudun ve fedakârlığın sembolü olarak beliriyor.

Platform 2-3

Elbette, The Platform 2, ilk filmin yarattığı etkiyi tekrarlayamıyor. Bunun sebebi kısmen, ikinci filmin yeni bir fikir sunmaktan ziyade ilk filmin dünyasını genişletmeye odaklanması. Hikâyenin bazı noktaları fazla açıklayıcı ve didaktik kaçabiliyor, ilk filmin gizemli ve tekinsiz atmosferini yakalayamıyor. Yine de, İspanyol sinemasının kendine has estetiği, güçlü oyunculuklar ve vurucu metaforlarla dolu bir hikâye izleyiciye sunuluyor. İlk filmin etkileyiciliğini arayanlar hayal kırıklığına uğrayabilir; ancak distopik evrenlere ve toplumsal alegorilere ilgi duyanlar için The Platform 2’nin de sunduğu fikirleri sindirmek, üstüne düşünmek gerekiyor. Belki de asıl çukur, kendi içimizdedir.