Tedbirlerin hızla kaldırılmasıyla, Türkiye’de temmuz ayı başında saptanan günlük olgu sayısı ikiye katlanmış durumda ve olguların çoğu aşısız. Asıl patlamayı Kurban Bayramı kutlamalarına bağlı olarak ay sonunda bekliyorum. Aşılama oranını arttırabilmek için neler yapılabileceğini planlarken, bazı dinamikleri düşünmekte ve geçmişi değerlendirmekte yarar var.
Kovid-19 enfeksiyonuna farklı ülkelerde yaşayan, farklı toplumsal gruplar ve bireyler değişken tepkiler verdi. Bu tepkileri belirleyen ana etmen toplumların ve bireylerin bilmek ve inanmak ikileminden hangisine daha yakın olduğuydu. Bilginin baskın olduğu toplum ve bireyler, güvendikleri konunun uzmanı bilim insanlarına kulak verdi, okudu, araştırdı ve enfekte olmamak için önlem aldı; aşıya ulaşabilmek için çaba sarf etti, erişebildikleri anda aşılarını oldu ve tedbir almayı sürdürdü. İnancın baskın olduğu toplum ve bireyler ise (burada kastedilen dini inanç değil, sorgulamadan uzak her tür dogmatik inançtır) bilim adamları ve bilimsel veriler yerine, güvendikleri önderlere ve söylentilere kulak verdi; aşılarla ilgili çıkarılan saçma sapan komplo teorilerine ve dedikodulara inanarak aşı olmadı, yeterince önlem almadı. Birçoğu enfekte oldu, öldü, enfeksiyonu başkalarına bulaştırdı ve bunu sürdürüyor.
Dünyada durum
Türkiye son 19 yıldır bilimi değil, inancı temel alan bir kadro tarafından yönetiliyor, ancak cumhuriyetin kadroları ve sistemiyle eğitim almış çok başarılı ve yetkin bir sağlık ekibine sahip. Gelişmiş geçinen birçok ülkeden çok daha iyi bir sağlık sistemimiz var ve oralarda gözlenen ventilatör cihazı ve sağlık çalışanı eksikliğine bağlı ölümler bizde pek görülmedi.
Yönetimin ilk büyük hatası, diğer gruplardan faklı olarak Umreden dönenleri evlerine göndermek oldu. Halka, açık havada çelenk koymayı yasaklayan iktidar, kapalı ortamlarda lebalep kongreler düzenledi. Cenaze törenlerine katılıma kısıtlama getirilmişken, tarikat önderlerinin hınca hınç cenaze törenlerinin ön saflarında, yasakları getirenler vardı. En büyük yanlış ise, vaka/hasta kelime oyunları ile vaka sayılarının bir dönem gizlenmesi ve halkın olayın büyüklüğünü anlamasını engellemekti; yani yeterince şeffaf olunmadı ve benzer durum sürüyor. Diğer birçok ülkenin aksine, Kovid-19 konusunda araştırma yapmak isteyen bilim insanları devletten izin almak zorunda ve bu izin genellikle verilmiyor. Hem bilim insanlarının özgür çalışmaları hem de halkın bilimsel verilere ulaşmaları engelleniyor. Bu boşluğu da saçma komplo teorileri dolduruyor; 5G ve manyetik çip takma gibi.
***
İnancın egemen olduğu bazı ülkelerde de benzer sorunlar var; örneğin Endonezya'da Delta varyantının yayılmasında Ramazan Bayramı kutlamaları ve domuz tüketilen Çin'de üretilen aşının ‘helal’ olmadığı yaygın inancı etkili olmuş. Miami’de aşı karşıtları, aşı olanların 5 yıl sonra kafalarının patlayacağını söylüyormuş! Liste uzayabilir; son derece saçma komplo teorilerine inanan çok sayıda insan olmasında sosyal medya faktörünün etkisi büyük.
Dünyanın da Türkiye’nin de daha çok bilimsel bilgiye, daha az dogmatik inanca gereksinimi var. Boşuna söylememiş Atatürk “En gerçek yol gösterici bilimdir” diye.
***
Trump sonrası, ABD’de bilim yeniden güç kazanmaya başladı. Yakında Türkiye’de de hukukçu Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanlığında, 19 yıldır uzaklaştığımız bilimin aydınlık yoluna ve kuruluş ayarlarımıza döneceğiz. Akıl ve bilimin ışığında, hep birlikte Türkiye’yi yükselteceğiz. İlk hedefimiz eğitim açısından en düşük düzeydekileri yükseltmek ve eşitsizlikleri azaltmak olacak.