Bugünü geçiştirip, geleceği düşündürmemenin en sıradan ve ucuz çaresi, tarihi “malzemeye” dönüştürmektir. Gericilik yüzlerce yıl, rengi, maskesi, kılıfı ne olursa olsun, yeryüzünün her yerinde ve her zaman bu yöntemi ustalıkla kullandı. Tarihi, özel alanı ilan etti. Kendince biçimlediği ve donattığı bu alanı, içine doldurduğu bin hamasiyet, önyargı ve bilimdışı lafazanlıkla “dokunulmaz” kıldı. Bu dokunulmazlığı, ideolojisinin ve sisteminin payandası haline getirip, algıda “kutsal”, yorumda “tartışılamaz” olarak dayattı. Bunun için insanlığın hafızasını silmeye, hiçlemeye, ötekileştirmeye kalkıştı.
Asıl vahamet, bu zihniyetin şu ya da bu biçimde iktidarı ele geçirmesiyle görüldü. Kutsal ve tartışılamaz olana “resmiyeti” ekledi, anlayışının önünü arkasını yasalarla, günahlarla, yaptırımlarla donattı. Böylelikle işi daha da kolaylaştı. Her şeyi kendisiyle başlatmayı, tarihi deforme edip kendisine payanda yapmayı, varlığının ve ikbalinin sigortasına dönüştürmeyi doğallaştırdı.
Din elbette, bu dayatmanın “yumuşak karnı” oldu, dokunulmazlığın kılıfı olarak kullanıldı. Taç-Din dayanışması, Haçlı vahşetinden günümüzün dünyayı biçimleme ya da sisteme getirilen eleştirileri boğma çabasında, her zaman işe yarayan koalisyon yöntemiydi. Bu dayanışmanın bozulduğu dönemlerde nelerin yaşandığını, faturanın yine ve sürekli halklara kesildiğini görmek için, Avrupa’nın kan gölüne döndüğü zamanlara bakmak yeter.
Bu sefil anlayışla, kitaplıkları yaktı, insanlık mirasının kalıntılarını, sanat yapıtlarını, düşünce birikimini, talanlarda yalanlarda kıyımlarda yok etti ve bütün bunları yaparken hazin olan şudur ki, fonda kitlelerin alkışları vardı. O kitleler ki, bu çılgınlığa çocuklarını, kuşaklarını, geleceği kurban verdiğini göremedi. Egemenler dünyayı paylaşmak için kitleleri cephelere sürüp bir birine kırdırırken, nihayet altın varaklı kâğıtları ışıklı salonlarda imzalayıp, “Bir sonrakinde görüşürüz” diyerek şampanya kadehleri tokuşturdu. Geriye şovenlerin şişinmesinden, hamaset menkıbelerinden, kısık ateşte tutulacak düşmanlıklardan, halkların, milliyetlerin, inançların bir birini aşağılamasından ve ilk fırsatta yok etme yeminlerinden başka bir şey kalmadı. Böylece tarih, bugünün gerçeklerini gizleyen, içtihat olarak kullanılan, yalnızca zaferler olarak anımsanan ve halkın değil yönetenlerin-ailelerinin-sınıflarının boy gösterdiği, onlara itiraz edenlerin şeytanileştirildiği bir podyuma ve yalnızca onların işine yarayan değerlerin pazarlandığı reyonlara dönüştürüldü. Resmi tarihler, neden halklardan, yaşadıklarından, yitirdiklerinden tek satır söz etmez?
Bu korkunç tezgâhın gıcırtıları arasında, “Yurtta Barış, Dünyada Barış”ı şiar edinmek, uzak annelere mektup yazan olağanüstü centilmenliği onurla yâd etmek, “Seni biz değil, seni buraya gönderenler öldürdü” diyecek kadar süzülmüş bir duyarlığı sahiplenmek, elbette tarihi doğru okuyanların kalbine, bilincine, duyarlığına ve mücadelesine emanet kalacaktı. Öyle de oldu.
Bu tarih algısı ve yorumu, sefaletin, çapsızlığın, ilkelliğin, cahilliğin itirafı ve kılıfıdır. Bu anlayışın literatüre kazandırdığı bir dizi kavram ve tanım vardır. Akla ilk gelenlerse “Barbarlık”tır, “Vandalizm”dir, “Faşizm”dir, “Emperyalizm”dir. Tek beslenme kaynağı kitlelerin cahilliği, vurdumduymazlığı, korkusu, güdüsünü algıya, aklını özgürlüğe dönüştürme cesaretinden yoksunluğudur. Böylece tarih, bir yandan egemen sınıfın devamlılığını sağlarken, halk kesimlerinin yaşadıklarını bir kader olarak görüp, doğal bir sonuç olarak kabullenmesini, kuşaklara ayıklanması çok zor “genetik bir miras” olarak aktarmasını sağladı. Çünkü bu tarih anlayışı kendini, biat, icazet, mutlak itaat, uymayanların başına gelen ibretlerle donatmıştı.
Bu donatıda hafıza, sorgulama, araştırma, çıkarımlarda bulunma yoktur. Bilim, sanat, düşünce, bu anlayışa hizmet ettiği sürece makbuldür. Tarihin bir bütünsellikle, diyalektikle, nesnellikle ve ancak yaşandığı dönemle açıklanabileceğini bilmeyenlere, akla ziyan milatlar uyduranlara, hele ki “çıktığı kabuğu beğenmeyen civciv” misali yaşayanlara bunlar anlatılabilir mi? Anlatılacaksa nasıl? Son dönemde yaşananlar, bu sorunun peşine düşmeyi zorunlu kılıyor. Önümüzdeki hafta sürdüreceğiz.