“Sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.”
ATATÜRK

-Balıkçı öldü ama, İzmir'de sen varsın diye GSF Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümü'ne “Mitoloji” dersi koydum, bunu sen okutacaksın!
Gözleri, gözlük camlarından öne fırlayacak gibi çakmak çakmak, ağzında pipo, odası pipo tütünü kokusu ve kitap dolu adamdı bunu söyleyen.
-Emrin olur Özdemir Hoca, dedim.
Yıllardır rehber kurslarında, üniversitenin rehberlikle ilgili bölümlerinde okutuyor, kültür turlarında anlatıyordum bu olağanüstü insan masallarını. Ama burada durum başkaydı. Konuya, bu bilim ve sanat dalının tiyatro ile ilişkisi açısından yaklaşılmalıydı. Eh, bu da sorun değildi. En azından, tragedya sanatının başlarındaki söylence kaynaklı oyunlar vardı: Aiskylos, Sophokles, Euripides, Menandros ve daha niceleri. Shakespeare'in kaç oyunu konusunu mitolojiden alıyordu?
Belki de daha çok işime yarayacak “Aklın ve yazının devi” Bernard Shaw ne güne duruyordu? O değil miydi, söylencedeki Medeia'yı seyirci karşısına çingene çiçekçi kız Elise Doolittle'a dönüştürüp sahneye çıkaran?
Zaten tiyatrodan mitolojiyi çıkarsak, geriye ne kalırdı ki?
Çağdaş Türk tiyatrosunun temellerini atan Ahmet Vefik Paşa, Ertuğrul Muhsin (eskiler böyle derdi) gibi öncü adlardan biri değil miydi Prof. Dr. Nutku?
DEÜ Senato Salonu'ndaki oval masanın çevresinde 20 kişi yapıyorduk bu dersi. (Sonradan öğreniyorum ki; her derse birkaç kaçak yabancı öğrenci katılırmış.)
Hala, çeyrek yüzyıl önceki bu derslerden unutulmaz anılarım, birbirimizi unutmadığımız öğrencilerim var. Zaten, öğretmen-öğrenci ilişkisi, diplomadan sonra da süren bir vetire (süreç) değil mi?
Şunu da unutmam mümkün değil:
Ders arasında ya da sonrasında, öğrencilerim, kara tahtayı yürek ve çiçek resimleriyle süslerdi. Hülya Hoca bunun nedenini sorar, “çocuklardan”dan şu yanıtı alırmış:
-Dokunmayın bize Hocam; biz Eros'uz, Psykhe'yiz, biz Sevgi ile Can'ın çocuklarıyız.
Aman ne yapıyorsun Şadan? Burası üniversite; çocuklara böyle şey yapılır mı? Hem ne o öyle: Bol bol notlar veriyorsun. Sonra bunlar “biz olduk bittik” havasına kapılırlar.
Bırakın be dostlar; öğrenciler duyarak, okuyarak ama biraz da yaparak öğrensinler!
Yapanları gördük işte; bu fakülteyi bitirdikten sonra ustalaşan oyun yazarları, oyuncular, sahne tasarımcıları, yönetmenler, daha da önemlisi: Öğretim üyeleri çıktı.
“Kaçak” öğrencilerimden biri, henüz ilkokula başlamak üzere olan çocukların yaşındaki Zeynep (Nutku) idi. Ders aralarında, Salihli yollarında, oranın dergahı Zafer Keskiner Tiyatrosu'nda tepedeki Bizim Ev'de; Sardeis ören yerinde; her nerede olursa olsun, Zeynep'in soruları kadar beni yorarak sevindiren az şey olurdu.
“Nergis nasıl oldu?”, “Sümbülün aslı ne?”, “Kanguruya neden bu ad verilmiş?”, “Dutun rengi niye karardı?”, “Midas'ın kulakları niçin eşek kulağı olmuş Şadan Hoc'amca?”, “Ben şimdi İkarus olsam uçabilir miyim?”, “Annem bana Melek diyor, hani benim kanadım?..”
Hülya Nutku:
-Zeynep Meleğim, azıcık rahat da soluklansın Şadan'can!
Zeynep, biraz, iki elinin parmaklarını sayıp:
-Tamam, dinlenmişsindir; anlat Şadan Hoc'amca!
Bebeklikten yeni çıkmışken böyle sorular soran Zeynep'in olacağı buydu: Şimdi, adı bilinen bir “Üç Duvarlı Dünya” sanatçısı!
Geride kalan ayın son çarşambası (Salı'sı mıydı), Konak Belediyesi Türkan Saylan Vefa Ustasyonunda Nutku'larla buluştu İzmirli tiyatro severler. Özdemir, Hülya ve Zeynep Nutku'yu, özellikle de Nutku çiftinin canlı eserleri olan öğrencilerini alkışladık. Gözümüzün sisi, kulağımızın pası silindi. Salonu alkışa yönelten Osman Akbaşak, Murat Tuncay, Gürol Tonbul, Yunus Bekir Yurdakul, Özlem Belkıs ve diplomalarında “Özdemir Nutku” imzası bulunan sanatçılar alkışlandı.
Sanat yapıtı “Bittiği anda başlayan” şeydir ya; hepimize pek kısa sürmüş gibi gelen 2,5 saatin sonunda sanatı ve Nutku'ları düşünmeye devam ediyorduk...

ZEYNEP'LER için
MELEK
Annesi dün Zeynep'e
“Melek yavrum” diyordu
İşitince bu sözü
Merak etti kız, sordu:

-Melek yavrum ne demek?
Doğrusu anlamadım,
Melek kanatlı olur
Hani benim kanadım?

Cevap verdi annesi:
-Üç yavrum daha vardı,
Onlar kanatlanarak
Uçmuşlardı.

Hepsi yalnız bıraktı
Bu talihsiz kadını
Bari sen uçma diye
Kopardım kanadını.

(Faruk Nafiz Çamlıbel)