Bu hafta bu satırlara ne yazacağım planlaması yaparken hiçbir şeye karar kılamayışımın bir nedeni var... Yaklaşık 10 gündür izleye durduğumuz, kah ahlanıp vahlanıp kah yok artık bu kadar da olmaz dediğimiz, 'Bizim başımıza gelir mi?' diye düşünmekten kendimizi alamadığımız, yanıbaşımızda cereyan eden bir savaş başladı.

***

Ne desek eksik kalacak... İçinden geçemediğimiz, empati bile kuramadığımız bir durumun ortasındayız... Yoksulluk, açlık, gelir adaletsizliği, hukuksuzluk zamanlarından geçiyorken, yaşamak iyice güç bir hale gelmişken iki ülke arasında başlayan, devam eden, gittikçe agresifleşen, yakan, yıkan, yok eden etrafındakileri de içine çeken bir durumun tam kenarındayız...

Güçlü kim? Kim haklı? Taraf olmak mı olmamak mı? 'İnsaniyet'ten bahsedip edip ateşi harlayanları izlediğimiz, nereye ulaşacak, nerede sönecek kestiremediğimiz bir yangının tam ucundayız...

Her şey dağıldı... Masadan kalkıldı... İnsanın kendi eliyle yarattığı felaketi izliyoruz hep beraber; film izler gibi... Bir dizi takip eder gibi... Kanıksanmış acılarımız var... Aman biz rahatız ya napalımcılık var bir de...

Çıkar hesapları var, aklımızın eremeyeceği bir sürü şey var... Bir tek şey yok; 'insaniyet' yok! Hiçbir yerde yok! Hiçbir coğrafyada 'insaniyet' yok! Varsa bir yerde onu da ben bilmiyorum.

***

Bu hafta bu satırlara Nuri Bilge Ceylan'ın filmi Kuru Otlar Üstüne üzerine bir şeyler karalayacaktım. Filme dair görüşlerimi, eleştirmenlerin ne dediğini, filmi falan anlatacaktım. Ama olmadı, olamadı. Filmde beni en etkileyen ve günümüz insanını anlatan bir sözü yazayım madem hiç değilse... 'Umut etmenin yorgunluğu' diyor Samet Öğretmen... Ne kadar doğru ve tam 12'den vuruyor hepimizi değil mi?

Umut etmeye çabaladıkça battığımız bir bataklıktayız çoğumuz. Hayat çok yorucu... Tüm insanlığı sarıp sarmalayan bir yorgunluk ve umutsuzluk var. "İnsana ait hiçbir şey yabancı değil" bir diğer replik filmeden... Yabancı değil evet ne yazık ki değil; şiddet, savaş, ölüm, öldürmek vesaire... Hep acı, hep gözyaşı... İnsanı hayata dair motive eden şey ne? Bilemiyorum?

Ve en sonunda... "Gerçek sıkıcı olduğu kadar acımasız da... Yine de sararıp, kuruyup gideceksin sonunda. Ortalarında hayatın içindeki çölden başka hiçbir kazancın olmamış, ellerin bomboş..." diyor Samet.

***

Hepimizi saran bu derin umutsuzluk hali giderek ivme kazanıyor sanki... Gerçekle, kurgu arasındaki o ince çizgide bir cambaz gibi duruyoruz, bravo... Dünya yansa saçını tarayanız mesela. Felaketler bize vurmadığı sürece iyiyiz ne de olsa... Ateş düştüğü yeri yakıyordu çünkü. Bu satırlara ne yazdım çok da bilemiyorum ama 'umut etmenin yorgunluğu' ağır bassa da Gazeteci Çetin Altan'ın o meşhur sözüyle yazıma son veriyorum; her şeye rağmen... Enseyi karartmayın!