Bugün bir Usta öldü dostlar. Bugün asıl adı Ahmed Agâh olan, Nâzım'ın ilk hocası ve annesi Celile Hanım'la yolu 1916'da bir Bektâşi dergâhında kesiştiği ve ilişkisi olduğu düşünülen Yahya Kemâl Beyatlı öldü...

"Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün, dev gibi bir orduyu yendik.

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!

Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle…” derken coşturdun da, hâlâ coşturuyorsun be bizi Usta dizelerinin arasında...

"Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç.

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.

Cihana bir daha gelmek hayâl edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle...

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan,

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.

Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince...” dediğinde henüz yanındaydın, şiir yürekli sevdalıların ama...

Sanırım; "Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol...

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden..." derken, ayrılığı koymuştun zaten kafana...

Öyle ki; yıllardır, hiç göremese bile insanlar; 'Aziz İstanbul'a, tepeden baktırdı herkese Usta...

"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer...”

*****

Yahya Kemâl Beyatlı denince ne gelir akla: Tabi ki, Aşk!

Yahya Kemâl Beyatlı’nın ömür boyu evlenmeyerek kendini cezalandırdığı, Nâzım’ın annesi Celile Hanım’la yaşadığı sıra dışı aşkı. Bu, Heybeliada’da geçen bir Aşk hikâyesidir dostlar...

Celile Hanım; olağanüstü güzelliğiyle ün salmış, piyano çalan, resim yapan bir sanatçıdır. Oğlu genç Nâzım Hikmet’in tüm feryadına rağmen eşinden boşanmıştır. Dedesinin himayesine verilen Nâzım, Heybeliada’daki eski adı “Mekteb-i Bahriye-i Şahane olan Deniz Harp Okulu’na gönderilir…

Bahriye’deki tarih öğretmeni, ünlü Şair Yahya Kemâl Beyatlı’dır. Nâzım, öğretmenine hayrandır ve yazdığı şiirleri O’na göstermektedir. Nâzım’ın yeteneğini keşfeden Yahya Kemâl, evlerinde ona ders vermeye başlar. Dersten sonra da, Celile Hanım’la sanat ve edebiyat hakkında uzun sohbetler yapmaktadır. Aralarındaki yakınlık giderek artar ve sonunda Aşk’a dönüşür...

Ancak genç Nâzım da, annesine âşıktır. Bir söyleşisinde şöyle der annesi için: Annem, âşık olduğum ilk kadındır. O zaman adet olduğu üzere, evlenirken önce O’nu gelinlik ve duvağıyla bir odaya oturtmuşlar, misafirler O’na baksın diye... O’na bakanlar güzelliğine hayran oluyor; bir insanın bu kadar güzel olabileceğine inanamadıklarından, duvağını kaldırıp kaldırıp bakıyorlarmış. Anam Paris’te eğitim almış, ama İstanbul’un bütün âdetlerine de böyle riayet edermiş. Mavi gözleri vardı annemin, teni de öyle olağanüstüydü ki!

*****

Celile, Yahya aşkı 1916’dan 1919’a kadar üç yıl sürer. 1918 yılında, aşk dedikodularını duyan Nâzım’ın öfkeyle kendisini aradığını öğrenen Yahya Kemâl, hemen evini değiştirir ve adresini de uzun süre en yakınlarından bile gizler...

Nâzım, “Türk şiirine yeni poetik bir dil ve anlayış getiren büyük şair; anneme âşık olmuşsunuz. Lakin biliniz ki, muallimim olarak girdiğiniz eve asla babam olarak giremeyeceksiniz…” diye bir not yollar Yahya Kemâl’e...

Bu aşk Yahya Kemâl’e esin kaynağı olur; Celile Hanım’a atfen ‘Vüslat’, ‘Telakki’, ‘Erenköy’de Bahar’, ‘Eski Mektup’ şiirlerini yazar. Celile Hanım’ın vapurla Heybeliada’dan evine dönerken duyduğu ayrılık acısını, ‘Sessiz Gemi’ şiirinde şöyle anlatır:

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...

En tanınmış şiirini ise; bir gece kayıkla Celile Hanım’ın evinin önünden geçerken, evden yükselen kahkahaları duyunca kaleme almıştır:

Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden,

Bendim geçen; ey sevgili, sandalla denizden...

*****

Celile Hanım bu aşk bittikten sonra ikinci defa evlenir, ama Yahya Kemâl ömrünün sonuna kadar evlenmez…

Aradan yıllar geçmiş ve artık her ikisi de yaşlanmıştır. 1950 yılında, Nâzım hapishanede ölüm orucuna başlayınca; Türkiye’den, Avrupa’dan, Amerika’dan, Sovyetler Birliği’nden sanatçılar onun özgür bırakılması için yoğun çaba sarf ederler…

Artık gözleri görmeyen Celile Hanım da; elinde “Oğlumu kurtarın” pankartıyla Galata Köprüsü’nde imza toplayıp, oğlu gibi ölüm orucuna başlar. Tam bu günlerde Galata Köprüsü’nden geçen Yahya Kemâl, Celile Hanım’ı görmezden gelir ve hızla oradan uzaklaşır…

Aşk’a sebep gerekmez de, kim bilir vardır belki sebebi? Bilemem… Ne düşündü de o an şair, bu kadar coşkuyla şiir yazdığı kadının yanına bile gitmedi?

Aşk bitti!

Heybeliada’da romantik bir şekilde başlayan aşk, Galata Köprüsü’nde tamamen nihâyetine erdi…

Aşk, hiç biter mi? Sahi, ne diyordu şarkı:

Aşk bitti, elimden sanki minik bir balık kayıp gitti.

Aşk bitti, içimden sanki bir şeyler kopup gitti…

Aşk hiç biter mi?

Hiçbir şey olmamış gibi boşlukta kaybolup gider mi?

Kalır adımızla bir sokak duvarında,

Bir ağaç kabuğunda, bir takvim kenarında.

Kalır bir çiçekte, bir defter arasında,

Bir tırnak yarasında, bir dolmuş sırasında.

Kalır bir odada, bir yastık oyasında.

Bir mum ışığında, bir yer yatağında…

Aşk hiç bitmez dostlar! Kalır bir yerlerde işte…

64 yıl önce bugün, 1 Kasım 1958'de, "Dönülmez Akşamın Ufku"na gitti! Sürdü ufka "Sessiz Gemi"sini de; bağırdı içinden Şiir ruhu, "Yelkenleer foraaaaaa! İstikamet sonsuzluğa" O artık dönülmez bir diyarda…

Şiir'le dolu bir yaşamdı O'nunkisi. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...