Siz bu yazıyı okurken, ben Diyarbakır’da olacağım. Kadim ve harika ve bir o kadar çileli kentin dört seçkin okulunda çocuklarımızla söyleşip, kitaplarımı imzalayacağım. Üç gün önce de Kırklareli’ndeydim. Diyarbakır dönüşü, bu koşuşturmaların arasına bir de artık ihmal edilemez göz ameliyatım girecek. Sizlerden bir ya da iki hafta yazı izni isteyeceğim. Sonra her şey kaldığı yerden sürecek. Yeni kitabımı bitirirken ötekine başlamak, Bademler Köy Tiyatrosu ve Sahne Tozu Tiyatrosu’nda yönetmekte olduğum oyunların ilk gösteri telaşları, tezgâhta haydi bitir diye, dik dik suratıma bakan iki oyunun yazımı, Karşıyaka’dan İzmir’e uzanan sorumluluklarımın gerekleri, elbette gazetenizdeki köşeme yeni yazılar ekleme ve bu işlerin arasında gidilecek kentler, okullar, söyleşi ve imza günleri…

***

Sorarlar, neden bu koşuşturma? Babaannem Kübra Hanım, “Sen hot, ben hot, eee bu ata kim verecek ot?” derdi. 27 Mart’ta 64 yıla ulaşacak ömrüm, medar-ı maişet motorunu sürmek zorunluluğu bir yana, asla salt durum tespiti yapmak, sızlanmak, köşeden durum fotoğrafları çekmek, eylemsiz muhalifliğin kaymağını yemek ve cakasıyla gün geçirmek gibi bir şans tanımadı. Şans, sözün gelişidir. Bu elbette, hayat ve sanat ustalarımın öğrettiği ve miras bıraktıkları bir eylemlilik seçimidir. Doğrusu hayli yorucudur ama ne yaptığınızı-neden yaptığınızı biliyorsanız, sorun yoktur. Nerede bir işe yarayacaksak, nerede işin bir ucundan tutma olanağımız ve gücümüz varsa, orada olmak gibi bir meselemiz var demektir. Bir gün çocuklarımız ve torunlarımız, “Bütün bunlar olurken, sen ne yaptın?” diye sorarlarsa, yüzlerine bakacak yüzümüz, “Elimden bu kadarı geldi” diyebileceğimiz işlerimiz olmalı, değil mi? Burada sorun şudur: “Neler yapıyorsun?” dediklerinde, ne söyleyeceğini bilememektir. Anlatsan övündüğünü, anlatmasan işsiz güçsüz takıldığını düşünenlere gelirsek… Gelmeyelim.

***

Yollarında otomobille otobüsle, göğünde uçakla, denizinde vapurla, raylarında trenle oradan oraya koşuştururken, asıl dert şudur: “memleket”. Asıl sorun şudur ki, bin derdin kıyasıya yaşandığı, yalan ve talan yağmuru altında geleceğini düşünmesine bile fırsat tanınmayan, yoksulluğun ve yoksunluğun zır cehalet işbirliğinde doğallaştığı, tüm fabrika ayarlarının bozulduğu bir memlekette, zevk-ü safa peşine düşmek suç değilse bile, bu suçlara yardım ve yataklıktır.

Asıl şimdi yola düşmenin tam zamanıdır. Öyle ya, 1919 yolcularının çocukları olmak, yalnız övünmeyi değil, çalışmayı da ödev olarak yüklemiştir hepimize.