Kovid-19 ile yaşamaya “alışamayalı” bir seneden fazla oldu. Bu garip ve kökeni hala belirsiz melun hastalık maalesef birçoğumuzun belki bir yakınını, belki uzaktan bir tanıdığını aramızdan aldı. Bazılarımız ise tüm ailesini dahi kaybetti. Yetkililerimizin, her akşam açıkladıkları turkuaz rengi ile neredeyse sempatik olmasına çabalanan o korkunç rakamları, ben hala ilk günkü dehşetle izliyorum. Zaten kendine insan diyen kim varsa da nasıl bu duruma alışır inanın bilemiyorum. O rakamlar sadece rakam değil! Bu benzetmeyi bende kullanacağım. Bu ülkede her gün, iki yolcu uçağı düşmüş kadar insanı kaybediyoruz! Sıradaki kurbanın siz veya sevdiğiniz olmayacağının da bir garantisi yok!
Peki bir sene önceye göre ülke olarak neredeyiz?
İlk olarak arada sırada farklı konular hayatımızı meşgul etse de hala tek konumuz Kovid-19. Hala toplumun hastalığı yenmesi için ilk günden söz edilen toplumun yüzde yetmiş bağışık olmasından fersah fersah uzağız. Çünkü aşılayabildiğimiz kişi sayısı yüzde beşini geçemedi. 6 ay içinde yeni aşı bulabilsek bile o yüzde beşi de tekrar aşılamak gerekecek. Çünkü bu süre içinde aşının ürettiği antikorların sayısı ve etkisi kayboluyor. Eğer ki bulabilirsek, Çin’i, Alman’ı, Rus’u derken denemediğimiz aşı da kalmayacak ve yine de en iyimser tahmin ile iki seneden önce tüm toplum aşılanamayacak.
İnanılmaz bir tarihi ironi olarak en işe yarar aşı ve mucidi iki Türk olan fakat Türkiye’de yaşamayan iki bilim insanı sayesinde en azından az biraz elde edebildiğimiz “Alman aşısı” BioNTech aşıları bitti. Ardından Çin’den 50, 60, yok yok 100 milyon geldi, gelecek diye açıklanan, sonrasında söz edilen rakamların onda biri dahi gelmeyen aynı üreticisi Çin gibi güvenilirliği de sorgulanan aşılar da stoklarımızda kalmadı. Bu yüzden tüm ülke olarak hayata iki hafta ara verdik. Fakat benim gözlemim de şu; hala hasta olmayan varsa kapanmaya bir gün kala o lebalep banka, fatura kuyruklarında, toplu ulaşım araçlarında kendine uygun varyasyondaki koronavirüsünü kaptı. Zaten bu kapanmalar hastalığın sonunu getirecek uygulamalar hiç olmadı. Kapanmalar ilk baştan beri işe yarar bir aşı bulmak için kazanılmaya çalışılan sürelerden başka bir şey değildi. Fakat halkın ekonomik olarak neredeyse iflas etmiş olmasına rağmen elde edilen aşı sayısına bakınca da bu kapanmaların ne kadar başarı sayılacağını takdirinize bırakıyorum.
Yerli ve milli aşı çalışmaları?
Şu an 17 milli aşı çalışmasının devam ettiği ilan edilmiş durumda. Sonuca en yakın olanın Erciyes Üniversitesi’ndeki çalışma olduğu söyleniyor. Onunda kesin sonuçları ancak Eylül ayında açıklanabilecek(miş). Her şey yolunda gitmiş ise de aşı ancak 2022 yılının ilk çeyreğinde üretime geçebilecek(miş). Yani en az bir sene daha yerli ve milli aşımız olmayacak. Burada durup herkesin aklında ve dilinde olanı yazmak istiyorum. Bu tarihlere göre Almanya’da iki Türk bilim insanı en az bir sene önce aşı bulup, üretime geçip tüm dünyaya umut olabiliyorken o kişilerin anavatanı Türkiye’deki hükümetin, üniversitelerin, bilim dünyasının içi gerçekten rahat mı? İşlerin gerçekten doğru yapıldığını düşünüyorlar mı? Hayat yoluna girebilirse bence Türkiye’deki kendimize soracağımız ilk soru bu olmalı.
Bunun dışında değişen bir noktada hükümetimize büyük aşk ile bağlı baskın basınımızdaki haberler oldu. Geçen sene bu zamanlar Türkiye’de “ne kadar da başarılı bir hükümetimiz var” dedirtmek için İngiltere’ye maske gönderdik, ABD’de bugün bin kişi, iki bin kişi öldü haberleri yapılıyordu. Şimdi İngiltere, ABD vatandaşlarının yüzde ellisini aşıladıktan ve Kovid-19’u yenmeye başladıktan sonra baskın basınımız, işleri iyice sarpa sardırmış ülkeleri odak alan “bakın da halinize şükredin” haberleri yapmaya başladı. Şimdi moda Brezilya ve Hindistan haberi vermek. Ülkemizdeki aşılama hızına bakınca önümüzdeki sene de bu saçma niyetli haberlerin hedeflerinin Ruanda veya Afganistan gibi iyice geri kalmış ülkeler olması da çokça muhtemel. Ama kim, ne şekilde algımız ile oynarsa oynasın sıvanamayan tek gerçek var. Aşı olmadan bu hastalık bit-me-ye-cek! Bir an önce işe yarayan etkinlikte ve sayıda aşı ülkemizde olmak zorunda! Aşı yapamıyorsak, olan aşıya da ulaşamıyorsak ve insanlarımızı aşılayamıyorsak bu salgının bu noktadan sonra asıl sorumlusu sıkıntıdan okeye kaçan Mehmet Amca, güne giden Ayşe Teyzeler değil, o aşıları ülkeye kazandıramayanlardır. Bu kadar kapamaya, maskeye, mesafeye rağmen her gün ölüm rekorları kırılıyorsa tek bilimsel gerçek budur.
Peki bir sene sonra elimizde iyi olan ne var? Eh, azımız aşılanabildi. Bir de şükür maske tartışması yok. Her renk ve boyutta maske var. Hatta üzerlerine gülen suratlar bile basılmış olanları satılıyor. Pek neşeliler!